Fotoğraf

ARA GÜLER

Fotoğrafın efsane ismi Ara Güler, 95 yıllık Cumhuriyet tarihinin fotoğrafik hafızasıydı. Anlatı ustası, daha doğrusu dikkatli ve özenli bir hikâye anlatıcısı olan Ara Güler, 1928 yılının sıcak bir Ağustos gününde Taksim Talimhanesinde dünyaya gözlerini açmıştı.

Babası Dacat Bey Şebinkarahisar doğumluydu ve annesi Verjn Hanım ise İstanbul’a Mısır’dan gelen köklü bir ailenin kızıydı. Eczacı Mektebi’nde okurken tanıştığı ve dostu Süleyman Ferit Eczacıbaşı ile birlikte okulu bitirip Osmanlı tuğrasıyla bir fermana benzeyen eczacılık şahadetnamesi almıştı. Ne var ki, Çanakkale Savaşları başlayınca, Dacat Bey de İmparatorluk Türkiye’sinin ölüm kalım mücadelesi verdiği bu savaşta, Sıhhıye Bölüğünde asker olarak görev almış, ancak iki kez bacağından yaralanmıştı. Ara Güler, gazi bir babanın oğluydu. 

Her insanın kaderi, küçükken şekilleniyor olsa gerek ki, Ara’nın ilk fotoğraf çekimi, Beyoğlu’nda aile fotoğrafları çeken bir stüdyoda gerçekleşmiş ve babası fırsat buldukça bu geleneği devam ettirmişti. Sanıyorum bu gelenek Ara’nın da kendi hayat hikâyesini yazmasına vesile olacaktı. 

Babalar, çocuklarını kendilerinden daha çok düşünürler. Hiç kuşkusuz Dacat Bey de tüccar zekâsının verdiği bir uyanıklıkla oğlu Ara’nın avareliklerini erkenden fark etmiş ve tahsil görmeyeceğinden endişelenerek onu yakın dostlarının yanında değerlendirmek istemişti. Öyle ki, dostu ve İpekçi Film Şirketi’nin sahibi İhsan İpekçi’ye ricacı olmuş ve Ara’yı film stüdyolarında çırak olarak çalışmasını sağlamıştır. İpekçi Film Stüdyolarında sinemayla haşır neşir olmaya başlayan Ara Güler’in ilgisi değişince babası Dacat Bey oğluna bir film gösterme makinesi alır. Önceleri sessiz filmler çeken ardından sesli hale getiren Ara, okulu aksatmaya başlayıp stüdyoda yangın çıkınca bu işten el çekmek zorunda kalacaktı. 

Farklı alanlarda uğraş veren Ara Güler’in hayatını asıl değiştiren olay ise, henüz 22 yaşında, babasının verdiği parayla ilk fotoğraf makinesini Rolleicord II’yi, Tünel’deki Mösyö Kalimeros’tan almasıyla başlayacaktır. 

 

Önüne çıkan her şeyi çekmeye başlayınca çevresinin dikkatini çeken Ara, o günleri şöyle anlatmaktadır:

“Yani fotoğraf çekiyordum, öyle bir şeyler çekiyordum. Tabii bunları hiçbir zaman fotoğraf sayma. Mesela hatırlıyorum bir suya refleksiyon düşmüş, ben onları çekiyorum. Şimdi amatörlerin çektiği gibi”.

Tabii bu arada gazetecilik hevesi de artınca, ilk fotoğrafları Jamanak gazetesinde yayımlanmıştı. Ardından dönemin en etkili gazetelerinden Yeni İstanbul’da muhabir olarak çalışmaya başlayan kahramanımız, devrin seçkin bilim, sanat adamlarıyla oturup kalkacak ve geniş bir çevre edinecektir. Annesi Verjin Hanım’ın “gazetecilikten ne olur, meslek mi” şeklindeki yakınmalarına kulak asmayan Ara’nın asıl hayatı gazetecilikle tanışmasından sonra değişmişti. 

Türkiye’de ve dünyada tanınmasına vesile olacak gazetecilik mesleğine adım atmasıyla çevresi de değişen Ara’yı, devrin önemli isimlerinden Sabahattin Eyüpoğlu’nun desteklemesiyle dünyaca meşhur bir isim olacaktı. Sık sık Eyüpoğlu’nun evine giden ve burada havası değişen Ara Güler, yıllar sonra “Eyüpoğlu sayesinde benim sanat görüşüm de değişiyordu. Onun sayesinde bir dünya buldum” diyecekti. 

Askerlik vazifesini tamamladıktan sonra o dönemin büyük gazetelerinden Hürriyet’te çalışmaya başlayan Ara’nın ilk çektiği fotoğraflar İstanbul’un yeraltı ve tünelleriydi. Bu sırada, İhtiras Tramvayı’nın büyük sanatçısı Tennessee Williams’ın Beyoğlu’nda bir otelde kaldığını öğrenmiş ve kendisiyle röportaj yapmayı başarmıştı. Bu ilk röportaj ve tanışıklık kendisine yavaş yavaş şöhret kapılarını da açmış oluyordu.

Henri Cartier Bresson ile tanışarak Paris Magnum Ajansı’na katıldı ve İngiltere’de yayımlanan Photography Annual Antalojisi onu dünyanın en iyi 7 fotoğrafçısından biri olarak tanımlamıştı. 

1967’de Kanada’da açılan İnsanların Dünyasına Bakışlar sergisinde, 1968’de New York Modern Sanatlar Galerisi’nde düzenlenen Renkli Fotoğrafın On Ustası adlı sergide; aynı yıl Almanya’da, Fotokina Fuarında eserleri sergilenen Ara Güler, bu şöhretin getirisiyle ünlü tarihçi Lord Kinross’un Hagia-Sophia (Ayasofya) kitabının fotoğraflarını çekmişti. 

Ancak asıl şöhretini Picasco’yu Cannes Film Festivali’nde uzaktan uzağa fotoğrafladığı günden hemen sonra onunla röportaj yapınca alacaktı ve bu haklı bir şöhret olacaktı. Öyle ki Skira Yayınevince Picasso’nun 90. yaş günü için yayımlanan Picasso Metamorphose et unite adlı kitap için Picasso’nun foto-röportajını yaptı. 

1991’de Dışişleri Bakanlığı için Halikarnas Balıkçısı’nın (Cevat Şakir Kabaağaçlı) The Sixth Continent adlı kitabını fotoğraflayan usta fotoğrafçı, bütün dünyayı gezerek foto röportajlar yaptı ve bunları Magnum Ajansı ile dünyaya duyurmuştu: 

İsmet Inönü, Winston Churchill, Indira Gandi, John Berger, Bertrand Russel, Bill Brandt, Alfred Hitchcock, Ansel Adams, Imogen Cunningham, Salvador Dali, Picasso gibi birçok ünlü kişi ile röportajlar yapıp fotoğraflarını çeken Ara Güler, hiç kuşkusuz “insanı” merkeze alan bir büyük sanatçıydı. 

Ara Güler, elbette dünya çapında bir “foto muhabiri”ydi ve yaşadığı şehrin ve ülkenin yani Türkiye’nin günlük hayatını, insan manzaralarını, gecesi ve gündüzünü, yazı ve kışını, acı ve sevinçlerini objektifinden hikâyeleştirebilmiş şairdi aynı zamanda. 

Türkiye’de çektiği bütün fotoğraflarında elbette derin hikâyeler gizliydi ve Türkiye’nin son elli altmış yılda yaşadığı değişim ve dönüşümü anlatıyordu bu kareler.

Doğrusu Ara Güler, tarihçi veya fotoğraf tarihçisi değildi, ancak bir tarihçiye Türkiye’nin yarım asırlık bir geçmişini fotoğraf kareleriyle sunmuş önemli bir foto muhabiriydi.  

Türkiye’nin ve elbette dünyanın bu seçkin ve saygın foto muhabiri Ara Güler, mekan ve manzara fotoğraflarından çok “insan”ı özne alarak bir mekanı veya manzarayı zenginleştirmeyi tercih ediyordu. İkonik fotoğraflarının hemen hepsinin insana odaklandığını söylemek mümkündür. 

Yazar Hakkında

Hilmi Ersan

Yorum Ekle