Sanat

Bir Güneş Panosu: Selçuklular

Asırlar boyu Anadolu’yu bir güneş gibi aydınlatan Selçuklu’nun zengin kültürel birikiminden örnekler, 18 Kasım’a kadar İslam Eserleri Müzesi’nde sergileniyor.

Kendisini Sultanahmet Meydanı’na atanları karşılayacak ne kadar çok güzellik var: Dileyen Alman Çeşmesi’nin karşısına oturur, akan suda şehrin çınlayışını duyar. Dileyen Ayasofya’nın kubbelerinde hayal uçurur. Kanunî Sultan Süleyman’ın şöhretli veziri İbrahim Paşa’nın yaptırdığı, şimdilerde İslam Eserleri Müzesi olarak hizmet veren yapıya yönelenleri ise bambaşka bir çağ karşılar: Ramazan vesilesiyle meydana açılan tezgâhlarda, çini, kağıt, gümüş, ahşap, kumaş benzeri malzemelerden yapılmış el işi sanat eserleri, renkler, figürler belki gözü yavaş yavaş içeride şahlanacak manzaraya da hazırlar. Bizi kucaklayacak serginin adı Selçuklulardır. 1040-1308 tarihleri arasında Anadolu’da hüküm süren Selçuklular, Osmanlı öncesi son büyük Türk – İslam devleti olmanın yanında engin bir medeniyet birikimine sahiptir. Bu serginin bize sunduğu en önemli mesaj, Selçuklu medeniyetinin izleridir. Askerlik, devlet yönetimi, ekonomik ve sosyal düzen yanında insan ve kâinat anlayışı burada parlayan eserlerin ruhunu verir. Renkler, şekiller, desenler, kendiliğinden bu güzelliğe bürünmezler. Belli bir medeniyet anlayışının şuuraltını temsil ederler. Şimdi ben, bir güneş panosunun önüne dikilmiş bakıyorum. İlkin siyah zemine yerleşmiş turkuaz çizgiler kendi içinde yıldız halkaları oluşturuyorlar. Selçuklu çinisinin maviye getirdiği bu yorum, her zaman gözü dinlendirmekle kalmaz hayali de ateşler.
DSC_9913
İşte gök boşluğunda, uzayda bir parça… Kopmuş desen kopmuş değil, yalnız desen hiç değil. Hangi usta hangi duyguyla onu topraktan çıkarıp zamanın ölümsüzlüğüne armağan etti bilemeyeceğiz. Ne var ki, sanatta her şey yanılsamaların sonsuz uzayında gelişir, genişler, müziğe durur. İlkin yaprak başlı üç güneşin merkezine üçgeni andıran bir uyumla yerleştiğini ve bütün esprinin burada toplandığını sanıyor ve yanılıyorsunuz. Dikkatle ona teslim olup aradan çekildiğinizde ise altın yapraklı güneşlerin bu tabloyu sardığını, sonsuza kadar da sarmaya devam ettiğini fark ediyorsunuz. Öyleyse var olsun ölümsüzlük arayışı… Aslında her parça bir bütündür ve Selçuklular, salt coğrafyaya yayılmakla kalmazlar. Orta Asya’dan getirdikleri, İslam’la yoğurdukları, Anadolu ile mayaladıkları kültür ve medeniyetleri özgün bir senteze kavuştururlar. Selçuklu nedir? Selçuklu bu sergideki eserlerin içinde en çok hangisindedir, sorularına cevabım bu tablo olurdu. Ancak bu cevabın eksik kaldığını hemen fark eder, adım adım başka eserlere doğru ilerlerdim. Doğa, doğaya bağlılık ve ondan kopardığı figürlerle sanatı şekillendirmek öne çıkıyor Selçuklu’da. Çiçek, hayvan, insan figürlerinin, özellikle çift başlı kartalın kullanılması dikkat çekiyor. Bu sanattan, hayvan, bitki ve insan figürlerini çıkarın; birden cılızlaşıp fakirleşecektir. Mermere, ahşaba, toprak ve seramiğe işlenen şekillerde bir yandan hayranlık uyandıran bir amatörlük de var. Ancak asıl bu sanata yükseklik kazandırır. Selçuklu’nun yaşadığı çağı görsel olarak hissetmenizi sağlayacak pek çok eser var burada. Mesnevi’den başlayara farklı türlerde yazılmış kitaplar öne çıkıyor. Halı, kilim, ahşap ve mermer işçiliği her tür yok oluşa açıktan meydan okuyor. Araya serpiştirilen teknik ölçüm aletleri bu yapıların arkasında bir bilgi ve zihin birikimi olduğunu işaretliyor.
DSC_9845
Renkler her zaman zamanın müziğidirler. Selçuklu mütevazı toprak renginden çıkarak su yeşilinden doygun turkuaza doğru, perde perde ilerler. Ahşap sandukalara hâkim olan kahverengi ton, pencere kanatlarında biraz daha açılır; halılara kırmızı, mavi geçişler saçar. Ne var ki bu renk, asıl ruhunu çinide bulur. Anadolu Selçuklu şehirlerinde hâlâ yer yer izleri yaşayan bu renk, gök kubbeye selam gönderir. Kuş formuna bürünmüş insan resimleri, mermere inmiş aslanlar, sağ bileğinde tuttuğu şahinle oğullarına öğüt veren babalar, İbn-i Arabî, Sadreddin Konevî ve Mevlânâ gibi mistiklerin yaydığı ruh, Selçuklu’nun özgüven içindeki çok renkliliğini de bize telkin eder. Ahmet Hamdi Tanpınar, bu sergiye ev sahipliği yapan bina ile ilgili yazdığı bir yazıda, Sultanahmet Meydanı’nın medeniyet zenginliğinden söz açar. Mısır, Roma, Bizans, Osmanlı ve uygarlıklarının bu meydanda bir aya geldiğini dillendirir. Şimdi bir başka özgün medeniyet, seçkin
örnekleriyle burada. Selçuklu’dan Osmanlı’ya geçerken, bugünkü Türkiye’nin kendisini anlaması biraz daha hızlanabilir. Her sergi biraz hızlandırılmış olarak geçmişin önümüzden akışıdır.

Yazar Hakkında

Ömer Erdem

Yorum Ekle