Dosya

Ertuğrul Fırkateyni’ne 125. Yılında Vefa

Osmanlı sarayının hediyelerini Japonya’ya götürmek üzere İstanbul’dan yola çıkıp dönüş yolunda sulara gömülen Ertuğrul, onur ve dostluğun simgesidir. Tarihî fırkateynin batışının 125. yılında İstanbul’a Kushimoto’daki anıtın ikizi yapılsa anlamlı olmaz mı?

İçinde bulunduğumuz 2015 yılı çok önemli. Çünkü Çanakkale Zaferi’nin 100., Ertuğrul Fırkateyni’nin batışının 125. yılı. Çanakkale Savaşları’nı anıyor ve anlatıyoruz. Peki ya Ertuğrul Fırkateyni hadisesini ne kadar biliyoruz? Bana sorarsanız, Türklerin denizci bir millet olduğunu en iyi Ertuğrul olayı anlatır. Fırkateynin battığı yere bir anıt diken, müze kuran Japonlar şimdi de Ertuğrul’un filmini çekiyor. Gelin, 125. yıl vesilesiyle ortaya güzel bir fikir atalım. Mesela bu yıl bir milat olsun, Türkiye’de bir Ertuğrul filmi çekelim. En azından bunun için bir girişimde bulunalım. Daha da önemlisi şu: Ertuğrul Fırkateyni’nin hareket ettiği İstanbul’a Japonya’dakine benzer bir anıt yapmak için kamuoyu oluşturalım.

Şimdi dilerseniz Ertuğrul Fırkateyni olayını hatırlayalım. Japon İmparatoru Meici, 1887 yılında Osmanlı Sultanı İkinci Abdülhamid’e armağanlar yollar. Bu tarihteki ilk büyük Türk – Japon yakınlaşmasıdır. Osmanlı, bu dostluğu devam ettirmekte yarar görür. Kısa sürede iade-i ziyaret yapılmasına karar verilir. Bu uzun ve zorlu yolculuk için bir gemiye ihtiyaç duyulmaktadır. Osmanlı donanmasında Mesudiye, Orhaniye, Mahmudiye ve Aziziye gibi İngiliz ya da Fransız tersanelerinde yapılmış modern zırhlılar varken, sürpriz bir kararla Ertuğrul Fırkateyni seçilir. Bunun nedeni, Japonlara Türk yapımı bir gemi gönderilmek istenmesidir. Kasımpaşa Tersanesi’nde inşa edilen bu fırkateyn, kömür ve rüzgâr gücüyle yol alabilmektedir.

Ertuğrul Fırkateyni, Temmuz 1889’da 600’ü aşkın subay ve erle İstanbul’dan yola çıkmak için hazırlanır. Askeri bandodan yükselen sesler, el sallayan binlerce İstanbullu, dualar, şarkılar ve şiirler eşliğinde Haliç’ten hareket eden gemi, Sarayburnu’nu dönerek Marmara Denizi’ne yönelir. Fırkateyn, yolculuk boyunca bin bir zorlukla karşılaşır. Gemiyi fareler basar, ihtiyaç ve tamirat gibi nedenlerle çeşitli limanlarda haftalarca beklenir.

Ertuğrul, Singapur’a ancak kasım ayında varabilir. Japonya’ya ulaşmak için gerekli olan güney rüzgârlarının eseceği haziran ayına kadar burada kalması kararlaştırılan Ertuğrul bakıma alınır. Hint Okyanusu’nun yıpratmış olduğu baş bodoslaması ve kırılan kemerler, gemideki marangoz, burgucu ve kalafatçı gibi emekçiler tarafından onarılır. Bu arada Ceride-i Bahriye başta olmak üzere dönemin yayınlarında, Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan beri ilk kez yapılan uzak deniz seyahatine övgüler yağdırılır. Oysa Ertuğrul’da şartlar o kadar da parlak değildir. Fırkateynde sofra takımı olmadığı için limanlarda karşılaşılan yabancı gemilerin kaptanları yemeğe davet edilememektedir. Fakat en kötüsü Japonya’da karşılaşılan kolera felaketidir. Yokohama Limanı’nda baş gösteren salgın, gemideki 13 Türk denizcisinin sonu olur.

ERTUĞRUL’DA BİR ŞAİR
Türk edebiyatının önemli şairlerinden Behçet Necatigil (1916-1979), altı bölümlük bir radyo oyunu olarak yazdığı Ertuğrul Faciası’nda, gemide bulunan bir başka trajediye dikkat çeker. Söz ettiği isim, Şair Ali Ruhi Bey’dir. İstanbul’da doğan naif ruhlu Ali Ruhi, 19. yüzyıl şairlerindendir. Ertuğrul gemisinde seyir ve sefer defterini tutma işi ile görevlendirilmiştir. Genç şair, Singapur’da hastalanarak karaya çıkmak zorunda kalır. Singapur’da bir hastanede yatar. Ancak maalesef tedavi çabaları sonuç vermez. Kolera salgını sonucu şehit olan 13 Türk denizcisinden biri, Şair Ali Ruhi olur. Ertuğrul ile birlikte batıp boğulduğunu söyleyenler de vardır. Şairin tevhit, kaside, kıta ve tarih gibi manzumelerinden başka, 34 gazelini de içine alan Lemeat (Parıltılar) isimli bir kitabı da vardır.

JAPONYA’DA BİR OSMANLI
Her şeye rağmen uğruna binlerce mil yol kat edilen görev, layıkıyla tamamlanır. Japonlar, Ertuğrul’un kahraman yolcularını coşkuyla karşılar ve Türkleri büyük bir denizci millet olarak gördüklerini ifade ederler. Sultan Abdülhamid’in yolladığı nişan ve hediyeler, Tokyo’daki Japon sarayına götürülüp imparatora takdim edilir. Güzel günler çabuk geçer. Artık dönüş vakti gelmiştir. Japonlar, Ertuğrul’un esaslı bir bakım görmeden denize açılmasını sakıncalı olduğunu bildirir. Fırtına zamanı olduğu için Türk kafilesine iki ay beklemeleri tavsiye edilmektedir. Kaptan Ali Bey çok sıkıntılıdır. Yaklaşık 11 ayı geride bırakan yolculuk beklenilenden çok daha uzun sürmüş, dönüş için ayrılan para ve erzak stoğu çok kısıtlı hale gelmiştir. Ali Bey, durumu değerlendirmek üzere mürettebatı toplar. Denizcilerden biri söz ister. Bahriyeli, ‘’Japonlardan iki aylık borç para alalım, burada bekleyelim. İstanbul’a döndüğümüzde öderiz’’ der. Kaptan şöyle yanıt verir: ‘’Bak yiğidim! Senin bu söylediğin bizi okyanusta bekleyenden daha büyük bir tehlikedir. Ben bunca yolu dilenmek için gelmedim. Bu millet hiçbir zaman el kapılarında dilenci olarak anılmayacak. Buna izin vermem. Herkese haber verin. Sabah yola çıkıyoruz. İnmek isteyen varsa, insin…’’ Ali Bey, ertesi sabah güneş doğmadan kaptan köşküne gelir ve sorar: ‘’Kaç eksiğimiz var?’’ Gelen yanıt şudur: ‘’Hiç eksiğimiz yok kaptanım!’’ İşte Japonlar bu nedenle Ertuğrul’u unutmazlar. Hatta öyledir ki günümüzde bile hâlâ Kushimoto’da doğan bebeklere Ali, Osman ve Murat gibi Türk isimleri verilmeye devam eder. Japonya’dan ayrılan Ertuğrul, ilk günlerde elverişli hava koşullarında yol almış olsa da dördüncü gün fırtınaya yakalanır. Karanlığın çökmesiyle birlikte dalgalar iyice azgınlaşır. Gemiyi Oşima Adası’nın doğu ucunda bulunan Kaşinozaki Feneri’nin ışığıyla aydınlanan kayalıklara sürükler. Aslında fenerin bulunduğu burun dönülebilse belki korunaklı bir limana girmek mümkün olacaktır. Ama gemiye dolan suları boşaltmak için verilen canhıraş çabalar sonuç vermez. Sular yükseldikçe yükselir.

Demir atmış olan Ertuğrul sürüklenerek büyük bir gürültüyle kayalıklara bindirir. Kurtarma çalışmaları, son derece olumsuz koşullarda Kaşino adlı köyde yaşayanların yardımlarıyla sabaha kadar sürdürülür. Ertuğrul’dan kurtulmayı başaran sadece 69 kişidir. Sulara gömülen 502 kişiden bir daha haber alınamaz. Gazeteler, kurtulanların tanıklığıyla, Kaptan Ali Bey’in birçok subayla birlikte gemiyi terk etmediğini yazar.

Yazar Hakkında

Sunay Akın

buraya Hakkımda bilgisi yazılacak

Yorum Ekle