Sanat

Türkiye’de Lale Tarihi

emre.ozcan@cubemedya.com'
Yazar: TR Editör

Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri sahiplerinden Süheyl Ünver; hekim, ressam, hattat ve tezhip sanatçısı olmasının ötesinde bir lale aşığıydı. Üstadın lale üzerine yazdığı uzun metinden bir bölümü sizin için yayınlıyoruz.

Yazı: Prof. Dr. Süheyl Ünver

Lale, Türkiye’nin asırlardır en eski tabii ananesine girmiş efsanevi süs çiçeklerindendir. Orta Doğu ve Yakın Doğu’nun dağlarında öbek öbek tarlalar hâlinde yetişir. Bu cihetle malumumuzdur. 12. asırdan itibaren stilize olarak süslerimize kadar girmiştir. Anadolu Selçuklu İmparatorluğu ve feodalite beylikleri zamanında bu konu ayrıca ele alınacak kadar önemlidir. Anadolu’da lale için mısralar söyleyen, 13. asırda ilk şairimiz Mevlâna’dır. Mevlâna: “Dıştan kırmızı bir neşe gibi görünen bahçe lalesinin içinde gizli siyah rengi düşünmüş. Ve onun açılmasını, tebessümlerin en bedbahtı.” saymıştı. Zira o zaman lalenin tazeliği geçmiş oluyor, solmak üzeredir. Önce feodalite beyliği olan Osmanlı İmparatorluğu’nun başında 14. ve 15. asırlarda bu çiçeğe karşı tarihlere intikal etmemiş, gizli ve sessiz bir sevgi vardır.

22,5 yaşında, 1453’de İstanbul’u payitaht yapan Fatih Sultan Mehmet, aynı zamanda kuvvetli bir kültüre sahipti, şairdir. Divanında Lalezar ismi geçer. Devrinin tarihçisi Dursun Bey: “Fetihten sonra İstanbul’da Fatih’in bahçelere ve lalelere önem verdiğini yazar. Aynı asırda Yavuz sultan Selim’in şeyhülislamı ve âlim bir zat olan İbni Kemal, laleyi pek iyi tanır ve onu teşbihlerde kullanır. Meşhur tarihinde savaşlardan söz ederken davranışlarını bağ, bahçe ve çemenlere benzetir. Bir asker topluluğunu anlatırken başında kırmızı börklü neferleri lale bahçelerine benzetir.

İSTANBUL’UMUZUN RENGİ

  1. asırda bütün şaşasıyla tamamen stilize edilerek bine yakın çeşit ve renklerde duvar çinilerimizde en hâkim çiçek laledir. Şairlerin eserlerinde de layık olduğu yeri almıştır. Fresklerde, kumaş süslemelerinde ve kitap tezyinatında daima terkiplere girmiştir. Lakin halk da pek sevdiği bu çiçeği her tarafta bolca yetiştirmiştir. O kadar ki Avusturya ile barış sağlama maksadı ile Kanuni Sultan Süleyman’ın yanına gelen Busbecq, Edirne’den yazdığı 1 Eylül 1555 tarihli mektubunda lale, sümbül, nergis gibi çiçekleri gördüğünü; mevsimin geçmiş olmasına rağmen havaların uygun gitmesi yüzünden bunların açmakta olduğunu bildirir ve lale hakkında şu bilgiyi verir: Lalelerin kokusu pek azdır yahut tamamen kokusuzdur. Fakat güzellikleri ve renklerinin çeşidi insanı hayran bırakır. Busbecq, dönerken laleyi yurduna ulaştırmayı da kendine ödev bilmiştir. 1559’da ilk lale Ausburg’ta gelişti ve onun güzel rengi devlet adamlarının ve bilginlerin ilgisini çekti.

Bu ince ruhlu elçiden öğreniyoruz ki Türkler bu çiçeğe itina etmektedirler. Kanuni Sultan Süleyman da babası ve ecdadı Türk padişahları gibi şairdir. Mükemmel düzene sahip bir divanı vardır. Onda laleden bahseder. Saray Baş Nakkaşı Karamemi, süslediği divanlarında en baş motif olarak laleyi çizmiştir. Hele 22 sene şeyhülislamlığını yapan Ebussuud Efendi, 1574’te İstanbul’da nadide lale yetiştirenlerin başında gelir ve çiçek mecmualarında da yer almıştır.

1651’de Avusturya hükümdarı Üçüncü Ferdinand tarafından “Avcı” diye tanınan Dördüncü Sultan Mehmet’e gönderilen sefir Smith von Scwarzenhorn’un getirdiği hediyeler arasında, 10 çeşidin üzerinde 40 tane lale soğanı var. Burada yetiştirilince Avusturya’daki ismi ile meşhur olmuş ve meraklıların dikkatini çekmiştir. 1726’da bunu Lalezar-ı İbrahim isimli eserine alan Üçanbarlı Mehmet Efendi diyor ki: “İstanbul’umuzun rengi ‘Avrupai’ lale soğanlarının aslı 10 çeşittir ve cümlesi bundan çoğalmıştır.” 1717 tarihine kadar İstanbul’da, Anadolu’dan ve İran’dan getirilen laleler çoğaltılmıştır. Bu tarihten sonra lale zevki daha umumileşmiş. Yabancı tacirler bazı yerlerden pek çok lale soğanları getirmişlerdir ki Hollanda’dan getirilen ve “mavi inci” adı verilen bir cinsi en makbullerinden sayılmıştır. Bu lale, padişahların saraylarında yetiştirilmiştir.

  1. asırda Türklerin kendilerine heyecan veren bu çiçekle meşgul olduklarını bugün elimizde bulunan resimlerden ve süslemelerimizden öğreniyoruz. Elimizde bu konudaki malzeme toplanamayacak derecede çoktur. 17. asrın sonuna doğru ise laleler için yazılı risaleler buluyoruz. 18. asırda bu eserlerin sayısı bir düzineyi geçmektedir. Cümlesi resimli veya resimsiz elyazması hâlinde kütüphanelerimizde saklıdır. Lalenin üzerine çalışmalar,19. asırda da devam etmiştir. Bunların her biri yayınlansa ciltler dolar, tarihî malzememiz o kadar boldur. Çiçek merakımız, sadece lale üzerine değildir. Türk bahçelerinde şebboy, gül, nergis ve çeşitleri ile karanfil, nilüfer, sümbül ve kasımpatı da dikkat çekmektedir.

LALE MEDENİYETİ

Türk kadını çiçeği çok sever. Harem bahçesinde bunlarla meşgul olmağı âdeta ibadet sayar. Aralarında çiçek sohbetleri ve çiçek folkloru üzerine konuşmalar, tarihte olduğu kadar hâlâ da yaygın bulunmaktadır. Çok sayıda şair kadınlarımız, laleyi şiirlerinde güzel teşbihlerle yâd ederler. Lalelerden bilmeceler söylemişlerdir. Onu sevmek aralarında bir bağ olmuştur. Tarihimizde, her devirde bilhassa, yalnız lale noktasından değil, her çiçek ile iştigal edenler bilerek veya bilmeyerek bir çiçek ve özellikle de bir lale medeniyeti kurmuşlardır.

  1. asırda Ressam Edirneli Levni’nin meşhur Sûrname adlı eserinde laleler çoktur. Fakat bu asrın sonunda Mehmed ve Mevlevî Süleyman tabiattan lale resimleriyle meşhur olmuşlardır. Üsküdarlı Seyyid Mustafa, Hacı Dede ve Üsküdarlı meşhur sanatkâr ve Hattat Ali Efendi laleye müstesna yerini vermişlerdir. 19. asırda Salih ve Ali Nakşibendîler zihinlerinde yer eden şekillerde renkli olarak çizdikleri laleler, diğer süslemeler arasında layık oldukları yeri almışlardır. Hepsinin hizmetleri büyüktür. Hayırla yâd ederiz. Bunlardan başka lalelerle gayet mühim eserler yapan sanatkârlar yetişmiş. Bunun en güzel örneğini Üçüncü Sultan Ahmet’in Topkapı Sarayında Harem Dairesi’nde yemek odasında hayranlıkla seyretmek mümkündür.

Bunların içinde stilize olmaktan ziyade, daha çok tabii ve uçları uzun Türk lalelerinden ilham aldıkları görülmektedir. 19. asırda Türk kumaşlarında lale âdeta belli bir motifimiz olmuştur. Eski Türk kumaşlarını nasıl ayırt edersiniz diye 1929 sonunda Viyana Müze Müdürü H. Glück’e makamında sorduğumda: “Üzerlerinde lale ve karanfil gördüğünüz kumaşlar tereddütsüz Türklere aittir.” demiş ve örneklerini göstermiştir. İşlemelerimiz ve oyalarımızda da lale baş motiflerimizdendir.

Lalenin bizde çok rağbet kazanmasının sebeplerinden biri de varlıklı ve mühim mevkilere geçmiş ilim ve sanata meraklı devlet adamlarının mevcudiyetidir. Laleyi eski Türk harfleriyle Allah ismine benzetmeleri ve lale isminin bu harflerden ibaret olup ebcet hesabıyla 66’ya denk gelmesi de Türk mistik kültür ve folklorunda önem teşkil etmesini sağlamıştır. Bu suretle ananemizde asırlarla yaşamış olan lalenin bizdeki medeniyeti, halkın da benimsemesinden 17. asırda en büyük zirvesine çıkmıştır. Lale hem güzel bir çiçektir, çok ruh alıcıdır hem de Allah ismine mazhardır diye severler. Bu cihetle lale yetiştirenler, çeşitlerini çoğaltanlar, ressamlar ve yazarlar, üzerlerinde kendi hesaplarına çalışmalarda bulunurlarken ince ve hassa şairler de manzumelerinde laleyi çok zikrederler.

Bizde muhtelif kütüphanelerde lale ve çiçek mecmuaları muhtelif namlar altında kataloğa geçirilmiştir. Yukarıda tarihleri, isimleri ve yazarlarıyla alakalı eserlerden olduğu da görülmüştür. Ayrıca hususi koleksiyon sahiplerinden iki zatta sırf lale ve sevdiği çiçek resimleriyle süslü iki albümümüz oldu. Birisi Mevlevî Süleyman Efendi’ye, diğeri Ressam Mehmed namında bir çiçek ressamına aittir. Nuruosmaniye Kütüphanesinde metinleri birbirinin aynı üç Şükûfenâme‘nin resimlerinin birer örneğini Süleyman Efendi imzalı albümünde görüyoruz. Sahipleri değiştiğinden isimlerini veremiyoruz. Bir de Edirnekâri, 61 çiçek ve buketlerle süslü bir şiir mecmuası da Ali Emirî Efendi Kütüphanesindedir. İstanbul’da Üniversite Kütüphanesinde bir şiir defterinde Üsküdarlı ressam ve hattat Ali’nin çok mükemmel lâle ve çiçek resimlerine de rastladık. Görülüyor ki Türkiye lâle tarihimizin kaynakları çok zengindir. Bu deryadan ancak bir bardak su kadar alarak bu konuyu doldurabildik.

Yazar Hakkında

emre.ozcan@cubemedya.com'

TR Editör

Yorum Ekle