Röportaj

Türkiye’yi Anlatan Rotalar

Yazar: Melih Uslu

Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarı Prof. Dr. Haluk Dursun’dan Türkleri, Türkiye’yi ve eski Osmanlı coğrafyasını tanımak için ipuçları.

■ Sizi birçok yönünüzle tanıyoruz: Araştırmacı, kültür tarihçisi, İstanbul aşığı, modern seyyah… Siz kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?
Öncelikle meraklı bir insanım. Öğrenmekten büyük keyif alan, öğrenme aşkı inşallah asla bitmeyecek olan, öğrendiklerini öğretmekle kendini mükellef hisseden bir insan olarak tanımlıyorum. Burada sadece kitabi bilgileri kastetmiyorum. Kendimi, benden öncekilerden ve büyüklerimden -yaşanmışlıklarla- öğrendiklerimi genç kuşaklara ulaştıran bir aktarıcı olarak görüyorum.

■ Bu bağlamda günümüz kültür – sanat dünyasını nasıl görüyorsunuz? Yayınlanan kitapların kalitesi, çekilen filmler, diziler ve benzerleri…
Bazı alanlarda önemli ilerlemeler var. Size heyecan verici birkaç projeden bahsedebilirim. Ertuğrul adında Türkiye – Japonya ortak yapımı bir film çekildi. Osmanlı sarayının hediyelerini Japonya’ya götürmek üzere İstanbul’dan yola çıkıp dönüş yolunda sulara gömülen Ertuğrul Fırkateyni’nin hüzünlü hikâyesini anlatan film, yayına hazırlanıyor. Filmin kasım ayında yapılacak G-20 Zirvesi’nde gösterilmesini bekliyoruz. Ertuğrul filmi, ciddi bir bütçe, kadro ve çalışma ile ortaya çıkan önemli bir yapım. Bunun dışında Çanakkale Zaferi’nin 100. yılı nedeniyle önemli kültürel çalışmalar yapıldı. Yine Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı olarak “Şehir ve Kültür” adında, şehirlerimizin kültürel düzeyinin yükseltilmesi ve oralardaki etkinliklerin arttırılmasına yönelik bir proje faaliyete geçirildi. Son yıllarda teknolojik aletlerin iletişim yöntemi olarak yoğun biçimde kullanmasından dolayı gençlerimizin Türkçenin zenginliğinden yeterince istifade edemediklerine tanık oluyoruz. Tam da bu noktada Yunus Emre Enstitüsünün misyonu büyük önem taşıyor. Geride bıraktığımız yaz döneminde gerçekleştirilen “Bin Yılın Sesi Türkçe Bayramı” çok başarılı bir organizasyon oldu. Ayrıca Yunus Emre Enstitüsü’nün dil, kültür ve edebiyat yayını olan .tr dergisini yakından takip ediyor ve başarılı buluyorum. Biz de Bakanlık olarak şu anda “Türkçe’nin Sırları” başlıklı bir proje hazırlıyoruz. Bu proje, gençlerde Türkçe kullanımında görülen eksiklikleri tamamlamak amacıyla yapılıyor.

■ Seyahat tutkunuzu biliyoruz. Bu eksende devam edelim isterseniz. “Üçüncü Ahmed Çeşmesi’ni bilmeyenin, ne kadar çok ülke gezmiş olduğunun benim için kıymeti yok.” diyorsunuz. İstanbul’da “mutlaka” diyebileceğiniz yerleri sorsak?
Seyahati tutkudan çok bir eğitim alanı olarak görüyorum. Ondan sonra da gösterme ve öğretme alanı olarak… Buradan yola çıkarsak İstanbul’u bir “su ve şiir medeniyeti” olarak keşfetmek isteyenler, Sultanahmet’teki Üçüncü Ahmed Çeşmesi’ni görmeli. İkincisi, Ayasofya’nın şadırvanı. Halkın uğruna maniler ve şiirler yazdığı bu su eseri, bana göre İstanbul’da görülmezse olmazlardandır: “Bin konak yerden sayılır, her gören ona bayılır. Böyle bir rana şadırvan ne yapılmış ne yapılır.” Şadırvana düzülen bu methiyeler, Osmanlı toplumunda halkın ilgi ve entelektüel düzeyini de gösteriyor. Ayrıca Emirgân’da Çınaraltı Meydanı’nda mütevazı bir çeşme vardır. Birinci Abdülhamid Külliyesi’nin bir parçası olan bu eser, dönemin en büyük hattatı olan Yesari Mehmed Esad Efendi tarafından bezenmiş. Çeşmenin mermer ve taş işçiliği bir yana, hatlarının güzelliği için karşısındaki açık hava kahvehanelerinde çay içip bu zenginliği seyretmek gerekir. Osmanlı döneminde bu keyif yaygın olarak yapılır, oraya gidenler çeşmeyi süsleyen yazıları okuyup anlar, kaligrafik sanatların inceliğine bakardı. Şimdi bunu yapabilecek kaç kişi var? Bu soru yanıtlanmaya muhtaçtır. Devam edersek… Dolmabahçe Camii’nin karşı köşesinde bulunan Mehmet Emin Ağa Çeşmesi ve Sebili, mükemmel bir su eseridir. Yine Karaköy’den Dolmabahçe’ye giden Fındıklı Yolu üzerinde Koca Yusuf Paşa’nın çok zarif bir sebili vardır. Onun hemen yakınlarında Zevki Kadın adında sübyan mektebi ile sebil kompozisyonunun mükemmel bir örneği daha mevcuttur. Yine Eyüp’te Şah Sultan’da çok zarif bir sübyan mektebi sebili bulunur. Gelelim Topkapı Sarayı’na… Arz Odası’nın hemen önünde harika bir çeşme göze çarpar. Ayrıca Harem’in içinde İstanbul’un en güzel selsebil örneklerinden birine rastlarsınız. Bilenler bilir: Selsebillerde su içilmez, abdest alınmaz. Bunlarda suyun çıkardığı akustikten faydalanılır. Öyle ki su düşerken görüntüsüyle gözünüzü, sesiyle de gönlünüzü ferahlatır. Osmanlı döneminde psikolojik sıkıntıları olanları selsebil başına götürürlerdi.

■ Peki bir insanın “Türkiye’yi tanıyorum” diyebilmesi için hangi şehirleri görmesi, bilmesi gerekir?
Öncelikle şunu belirteyim: İstanbul Anadolu’yu, Türkiye’yi ve daha da ötesi Osmanlı coğrafyasını kendisinde toplayan bir şehir. Yani İstanbul’u gezmeden diğerlerini görmenin manası ve ehemmiyeti yok. Bir diğer ifadeyle İstanbul’u bütün ayrıntısıyla görürseniz, bütün Osmanlı coğrafyasının en seçkin eserlerini de keşfetmiş olursunuz. Bu anlamda İstanbul’u çok önemsiyorum. Türkiye’yi tanımanın en pratik yollarından biri de Konya, Edirne, Bursa ve İznik gibi eski Türk başkentlerini gezmektir. Bakanlık olarak halen üzerinde çalıştığımız “Şirin Osmanlı Kasabaları” diye bir projemiz var. Burada mimari dokusunu ve en önemlisi de ruhani özelliklerini kaybetmemiş köklü yerleşimleri belirliyoruz. Bu noktada Safranbolu, Amasya, Kastamonu ve Beypazarı öne çıkıyor. Benim favorim ise henüz pek az kişinin bildiği Güdül’dür. Ankara yakınlarındaki bu ilçe, günlük hayatın bütün özgünlüğü ile yaşandığı yerlerden. Yakınlardaki Tarihi İpek Yolu hattı üzerinde ise Taraklı, Mudurnu, Göynük üçlüsü bulunuyor. Bunlara Cumalıkızık, Birgi, Kula ve Tire’yi de dâhil edebilirsiniz.

■ Nil’den Tuna’ya ve Tuna Güzellemesi gibi kitaplarınızda eski Osmanlı coğrafyasında gezdiğiniz şehirleri anlatıyorsunuz? Sizi en çok etkileyen yerler nereler?
İlk göz ağrım diyebileceğim, bir dönem yaşayıp eğitim aldığım yer olan Şam’ın bendeki yeri farklı. Birçok kez gitme şansına sahip olduğum Kudüs de öyle… Her ne kadar dokusu bozulmaya başladıysa da Eski Çarşı tarafındaki Üsküp’ü çok severim. Selanik’i her zaman görülmeye ve incelemeye değer bulurum. Ben tarihi, mekânlarıyla birlikte bilen bir tarihçiyim. Merak eder gidip Tuna Nehri’nin kaynağını bulurum. Ya da Selanik’te İttihat ve Terakki’nin ilk kurulduğu kahveyi ararım. Sultan İkinci Abdülhamid’in Rumeli’de sürgün hayatı yaşadığı köşkün durumu nedir diye merak ederim. Bütün bunlar bana büyük keyif verir.

■ Okuyup hazırlanmadan çıkılan seyahatlerin kuru bir emekten öteye geçemeyeceğini belirtiyorsunuz. Mesela çok sevdiğiniz Rumeli (Balkanlar) gezisini verimli kılmak için neler okunmalı?
Yola çıkmadan önce gideceğim yerlerle ilgili mutlaka okurum. Okuduklarım beni oraya iter; kendime “oraya mutlaka gitmem lazım” derim. Bu anlamda hatıratları önemsiyorum. Ama ondan da önce harita okumayı öğrenmeyi… Dedeağaç’tan girdiğinizde hangi yol Makedonya’ya, hangisi İskeçe’ye ve Gümülcine’ye gider? Bunları bilmek gerekir. Örneğin Tahsin Uzer’in Makedonya Eşkiyalık Tarihi ve Son Osmanlı Yönetimi adlı kitabı okunabilir. Ayrıca Necati Cumalı, Yaşar Nabi Nayır ve Yahya Kemal Beyatlı da Rumeli seyahatleri için iyi birer kaynaktır. Sadece seyahate çıkmadan önce ya da yolda değil, döndükten sonra da okurum. Böylece gittiğim yerlerle ilgili aklıma takılan tüm konuları öğrenirim. Merakım geçmediyse bir yere sayısız kez gidebilirim. Mesela Selanik’e 20’den fazla gittim. Fırsat bulursam yine giderim.

■ Gitmeyi çok istediğiniz ancak çeşitli sebeplerle ertelediğiniz yerlerden bahsetsek. Seyahat listenizde nereler var?
Bugünlerde daha çok küçük ölçekte doğa gezileri beni cezbediyor. Şelaleler, su kaynakları, yüksek zirvelerdeki karagöller, aşılması güç dağlar… Bir de kültür havzalarına hayat veren nehir boylarını keşfetmeyi seviyorum. Son dönemde Sibirya ve Moğolistan dağlarından doğan Yenisey ırmağı ilgimi çekiyor. Bölgede Türkçe konuşan, animist inançlara sahip çeşitli topluluklar var. Bunlarla temas kurmak gerektiğine inanıyorum. Buraya ilgi duymamda Sibirya üzerine yazılmış yazıları ve kitapları okumuş olmamın da etkisi olabilir. Nasip diyelim. Bir vesile olur ve Allah izin verirse gideriz inşallah.

Yazar Hakkında

Melih Uslu

MELİH USLU
1976 Almanya doğumlu. Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. Sabah Gazetesi, Gezi Travel dergisi, Levenin Turkije, Skylife, Sun Times, Pegasus Magazine, Gulf News, Die Welt ve The Daily Telegraph’ın aralarında bulunduğu bir çok uluslararası yayında editörlük ve yazarlık yaptı. 35 ülkenin yanı sıra Türkiye’nin tamamını gezdi. World Travel Channel’da programlar yaptı. Nereye Gitmeli? isimli kitabında röportajlarını toplayan Uslu, seyahat ağırlıklı birçok kitaba katkıda bulundu. Psikolojik danışman eşiyle birlikte İstanbul’da yaşıyor ve İngilizce - Almanca biliyor.

Yorum Ekle