Gündem Kültür Portre Türkiye'den

Akdeniz’den Tüm Dünyaya Çiçek Açan Ağaç

İstanbul Boğaziçi’ni ilkbaharda eflatun renge büründüren erguvan, Bizans’tan Osmanlı’ya, Antik Yunan’dan Mısır’a kadar birçok kültürde rengi ve kokusuyla kendini sevdirdi. Efsanelere de konu olan bu gizemli ağaç, Türk mutfağından Türk edebiyatına kadar kültürün birçok alanında varlığını nesillerdir hissettiriyor.

İstanbul Boğazı’nın güzelliklerinden bir tanesi de ilkbaharda kendine has eflatun rengiyle ve muhteşem kokusuyla ortaya çıkan erguvan ağaçlarıdır. Beyaz renkte başka bir çeşidi de olan erguvanlar rengi, kokusu ve kalp şeklini andıran yapraklarıyla İstanbul’un imparatorları, kralları ve sultanları tarafından hep sevildi. Yüzyıllardır adına şenlikler düzenlendi. Sadece İstanbul’da değil, tüm Akdeniz ülkelerinde, Balkanlar ve hatta başka kıtalarda da baharın müjdecileri olarak kabul edildiler.

Baklagiller ailesine mensup bu ağaç nisan sonu, mayıs başında çiçek açar. Yapraklanmadan önce çiçeklenen bir ağaçtır. Sonbaharda ise fasülye benzeri tohumlar bırakır. Ancak havalar iyi giderse sonbaharda yine açar, yaptığı sürprizle yüzleri güldürür. Işık ağacı olarak da anılan erguvan ağacı Türkiye’nin bazı bölgelerinde “gelin ağacı” ya da “gelincik ağacı” olarak biliniyor.

Latince ismi “cercis siliquastrum”dur. Cercis (kerkis) eski Yunancada “ağaç”, Latince bir sözcük olan siliquastrum ise “kapsüllü meyve” veya “bakla şekilli meyve” anlamına gelmektedir. Erguvan ağacı İngilizce ve İspanyolcada “aşk ağacı” (sırasıyla “love tree” ve “arbol del amor” ) ismiyle anılır.

Farsçada ise bu ağaç için kırmızımsı mor renk anlamına gelen ‘‘argavan’’ kelimesi kullanılıyor. Arapça’da “arcuvan”, “arguvan” veya “hazrik” ve “zamzarik adı veriliyor. Bir de yaygın olmasa da “yude” yahut “urdun” veya “Ürdün ağacı” dendiği de olmuştur erguvana. Farsça sözcüğün ise Aramice ve Süryanice “argwana” kelimesinden geldiği biliniyor. Bu sözcük de Akatça “argamannu” “erguvan rengi, kızıl mor” sözcüğünden alıntıdır.

Fikriyat Dünyası isimli dergide erguvan hakkında yayımlanan “Aşkın, Umudun, Pişmanlığın Kokusu Çiçeğinin Renginde: Erguvanda” isimli yazıda erguvan ağacından şöyle bahsedilir: “Vikinglerde hayat ağacı, Yakut ve Altay Türklerinde dünya ağacı, Amerikan yerlilerinde ağaçtan yapılan totemler ve nihayetinde Roma ve Bizans’taki erguvan ağaçlarının önemi buna misaldir.”

Hıristiyanlık dünyasında erguvan ağacı çok farklı bir anlam dünyasının sembolüdür. Hıristiyanlık inancına göre, havarisi olarak görüldüğü halde Hz. İsa’nın yerini Romalı askerlere ihbar eden Yehuda isimli kişinin pişmanlık yaşayarak kendini bu ağaca astığı ve aslında beyaz olan bu ağacın bu nedenle morumsu bir renge döndüğü söylenir. Aynur Koçak ve Serdar Gürçay’ın kaleme aldığı “Soyluluk Çiçeği ‘Erguvan’a Kültürel Bir İnceleme” isimli yazıda “utancından mosmor olmak” deyimi ile bu olay arasında bir bağlantı olabileceği ihtimali öne sürülür. Bu efsane nedeniyle erguvan İngilizce’de, “love tree” haricinde “Judas tree” yani “Yehuda’nın ağacı” olarak da bilinir.

Koçak ve Gürçay, Memet Zencirkıran’ın Emir Sultan Sempozyumunda sunduğu “Doğal ve Külturel Bir Miras: Erguvan” adlı bildiride erguvan çiçeğinin Hz. İsa peygamberin gözyaşlarını temsil ettiğini söylediğini aktarır.

EVLİYA ÇELEBİ’NİN SEYAHATNAMESİ’NDE ERGUVAN

Evliya Çelebi ünlü Seyahatnâmesi’nde Osmanlı döneminde fethedilen Metrai ve Metris olarak adlandırılan Çatalca bölgesini Rumların Hanice (Haniçe) olarak da isimlendirdiğinden bahseder. Haniçe’nin Rumca Haniçe isminden geldiğini söyleyen Evliya Çelebi, bu bölgenin Büyük İskender zamanında İstanbul’u onaran Kral Yağfur’un kızı Haniçe’nın yaylağı olduğunu ve babasının buraya büyük ve sağlam bir kale yaptırarak kızının adını verdiğini kaydeder. Prenses Haniçe’nin gözyaşlarının erguvan ağacına bu rengi verdiğine dair bir efsaneyi de Oktay Güldüren, “Çatalca – Samiotisa Samiotisa / İstanbulum 82 (2014)” isimli eserinde şöyle aktarıyor:

“Kral Yağfur’un kızı Haniçe, canından çok sevdiği sevgilisini dört gözle beklemektedir. Haniçe’nin sevgilisi bir gün onu görmeye gelince tekfurun adamları tarafından Topuklu Çeşmesi’nde su içerken yakalanmış ve surların dibinde acımasızca diri diri yakılmıştır. O gün sevdalısının gözlerinin önünde diri diri yandığını gören Haniçe, sevdiğinin acısını dindirip onu kurtarmak için Topuklu Çeşmesi’nin havuzunun başına gidip elleri ile bir avuç su alır, bu sırada havuza Haniçe’nin gözlerinden iki damla gözyaşı düşer. Topuklu havuzuna düşen iki damla gözyaşı birdenbire havuzu kıpkırmızı kan ile doldurmuştur. İşte o günden beri Çatalca’da mayıs ayı gelince beyaz açan erguvan çiçekleri Haniçe’nin aşkını anlatırcasına rengini değiştirerek bugünkü renginde açmaya başlamıştır.”

Bizans ve Hıristiyanlığın en büyük sembollerinden biri olan erguvanların mor rengi Bizans hükümdarlarının kıyafetlerinde de kullanılırdı. Bu çok nadir renk Lübnan kıyılarına vuran bir deniz kabuklusundan elde ediliyordu ve bu renge Tyrian moru adı veriliyor. Günümüzde Lübnan’ın Akdeniz kıyısında olan Fenikelilerin başlıca limanı olan Sur kenti, bu kabuklulardan elde edilen mor renkle oldukça ünlüydü.

Asım Fahri Çelik, Gezgindergi’de yayımlanan “Adını Tarihe Yazdırmış Bir Çiçek: Erguvan” isimli yazısında, erguvan renginin Eski Mısır’da asâletin ve erişilmezliğin sembolü olduğunu söylüyor: “Roma’da da bu manasını genel itibariyle muhafaza ederken, dar anlamda ise asaletin ve yüceliğin en tepesinde bulunan imparatorun ve ailesinin simgesi haline dönüşmüştür. Varlıklı olmanın ve gücün de alameti olan erguvan, İmparatordan arta kalanlarla yetinen zenginlerin ve diğer soyluların da en gözde rengi olmuştur aynı zamanda.”

Prof. Dr. Ahmet Haluk Dursun ise, “Boğaziçi’nde Erguvan Bayramı” adlı bir yazısında erguvanın İstanbul, Hıristiyanlık ve Türk kültürü açısından anlamını şöyle dile getirmiştir:

“Erguvan denince akla, önce İstanbul ve hassaten Boğaziçi gelir. Bu imparator şehrimiz M.S. 330 yılında Constantinus tarafından kurulduğunda, başka bir deyişle surlar bitirilip şehrin açılışı yapıldığında, mevsim, erguvan mevsimiymiş. Tarihçiler, bu günü 11 Mayıs olarak kabul ederler. Yani tam İstanbul’da erguvanların açtığı, tabii bir dekor halinde şehri süslediği mevsim… Bizans Hıristiyan dünyasının bu ‘Yahuda Ağacı’, daha sonra Türk İslam dönemlerinde de hak ettiği ilgiyi ve sevgiyi görmeye devam etti. Öyle ki, zaman zaman Osmanlı padişahları, payitahttaki erguvan ağacı sayısını yeterli bulmayarak taşradan Dersaadet’e erguvan getirilmesi yönünde talimatlar verdiler.”

Prof. Dr. Hasan Doğruyol, Uludağ Üniversitesi Dergisi’nde yayımlanan “Erguvan Üzerine” isimli makalesinde Mısırlıların ve Romalılar için erguvan renginin soyluluğu temsil ettiği ve Hz. Harun’un ibadet sırasında erguvan renkli kıyafetler giydiğini belirtiyor.

Erguvan Osmanlı kültüründe de mühim bir yere sahip olmuştur. Kanuni Sultan Süleyman’ın savaşlar sırasına erguvan renkli bir otağda kaldığı biliniyor. Doğruyol yazısında, Rodos fatihi genç Kanuni’nin şövalyelerin büyük reisi L’Isle Adam’ı erguvan renkli bir çadır altında kabul ettiğine yer verir. Necip Fazıl Kısakürek erguvanın Türk kültürü için önemini ‘‘Renkler’’ şiirinde dile getirmiştir. Kısakürek için erguvan Türk vatanının renklerinden biridir:

Renkler, mavi, kırmızı, yeşil, erguvan ve mor;

Camlarda, kaybedilmiş vatanı heceliyor…

İSTANBUL’UN ERGUVANLARI

Üsküdar’daki Fethi Paşa Korusu, Gülhane Parkı, Yıldız Parkı, Emirgan Parkı, Mihrabat Korusu, Fatih Korusu ve Beykoz Korusu, erguvan müdavimlerinin İstanbul’da ametiste benzer bu güzel çiçeği dalında görmek için gittikleri uğrak noktalar arasında. Beykoz’daki Çubuklu tepeleri, Vaniköy’ün arka sırtları, Aşiyan yokuşu ve Pierre Loti Tepesi de erguvanların bulunduğu önemli noktalardan. Daily Sabah’ta yayımlanan bir yazıda İstanbul’un 100 yaş civarında olan en eski erguvan ağaçlarının ise Maçka’da, Bağlarbaşı’ndaki Validebağ korusunda ve Kandilli’de bulunduğu belirtiliyor.

İstanbullular için özellikle dört mevsime ilaveten bir de erguvan mevsimi vardır. Oya Baydar “Erguvan Kapısı” isimli kitabında, erguvan mevsimini Beylerbeyi Korusu’ndaki köşklerinden seyretmenin, babası ve kendisi için vazgeçilmez olduğunu şöyle anlatır:

“Erguvan mevsimi olduğunu unutmuştum. Nisan sonu, mayıs başı geldi mi, Beylerbeyi Korusu’ndaki eski ahşap köşke erguvan seyretmeye giderdik. Orası, babamın en çok sevdiği ama en az kullandığımız evdi. Koruluğun tepesine doğruydu. Yeri çok ücraydı, yolu sapaydı. Annem benim okulumun uzaklığını, evin bakımsız ve rutubetli oluşunu, oldukça serin geçen nisan günlerinde iyi ısınmamasını, çevrenin yalnızlığını bahane eder, babamın ısrarına dayanamayıp gittiğimizde de hemen dönmek isterdi. Genç aşığını özlerdi de ondan belki. Erguvanlar, sık ağaçlarla çevrili bahçedeki masanın beyaz örtüsünün üzerine, annemin siyah saçlarına, omuzlarımıza, yerlere dökülür, bahçenin yollarına erguvan çiçeğinden bir halı döşenmiş gibi olurdu. O kadar güzeldi ki yere yatıp pembe-mor çiçekleri avuç avuç yemek, karşısında çaresiz kaldığım güzelliği içime doldurmak istedim.”

ADI CADDELERDE VE SOKAKLARDA YAŞIYOR

Anavatanı Akdeniz, Balkanlar ya da Güney Avrupa ve Batı Asya olarak geçen erguvan ağacı Türkiye’de Marmara, Ege ve Güney Anadolu bölgelerinde yaşar. Erguvan Türkiye’nin birçok ilinde adres olup adıyla yaşamış ve yaşatmıştır. Muğla’dan İstanbul’a, İzmir’den Bursa’ya, Antalya’dan Çanakkale’ye Türkiye’nin birçok ilinde Erguvan Sokak veya Erguvan Caddesi vardır. İstanbul’da Fenerbahçe ve Üsküdar’da Erguvan isimli sokaklar, Sarıyer ve Bahçelievler ilçelerinde de “Erguvan Cadde”leri bulunur.

ADINA ŞENLİKLER DÜZENLENİYOR

Çiçekler en güzel duyguların sembolü olarak hep kullanılmış ve mutluluğun paylaşıldığı festivallere konu olmuştur. Isparta gülü için yapılan festivaller ve Osmanlı’dan beri erguvan için yapılan şenlikler erguvanın Türk kültüründe önemli bir yeri olduğunu gösteriyor. Dünyada bunun örneklerinden biri de Japonya’da ocak ayında düzenlenen sakura festivalidir. Çiçeklerin Türk ve Japon geleneksel sanatlarında önemli bir yere sahip olmasının bu iki kültür arasındaki ortak noktalardan biri olduğu aşikardır.

Erguvanın güzelliğinden büyülenen ünlü şair Ahmet Hamdi Tanpınar da “İklimimizde gülden sonra bayramı yapılacak bir çiçek varsa, o da erguvandır” demişti. Yüzyıllar boyu Bursa şehrinin simgelerinden biri olan erguvan dönemin manevi yaşamında sembolik bir yer edinmiş. Osmanlı Sultanı Yıldırım Bayezit’in damadı Anadolu erenlerinden Emir Sultan’ın her yıl erguvan açma mevsiminde Bursa’da müritleriyle buluşması nedeniyle 14. yüzyıldan itibaren erguvan şenlikleri düzenlenmeye başlamış. Şehrin ekonomisini canlandıran bu şenlik, 19. yüzyıla kadar gelenek olarak sürdürülmüştü. Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde Erguvan Şenliği’nden şöyle bahseder: “Yılda bir kez Emirsultan’da, ‘Erguvan töreni’ düzenlenir. Her taraftan deniz gibi insan toplanır ki, bu kalabalık töreni anlatmakta kalem yetersizdir. Böyle bir tören ancak Emir Sultan sevgisi ile olur.”

Ahmet Hamdi Tanpınar ise Bursa’daki şenlikleri şöyle anlatıyor: “Erguvan şenliği, baharın bütün güzelliğiyle kendini gösterdiği erguvanların rengârenk açtığı günlerde Emir Sultan halife ve müritlerinin, Osmanlı ülkesinin dört bir yanından kalabalıklar hâlinde Bursa’da Emir Sultan dergâhına gelerek, bir hafta boyunca zikr-ü tevhid icra etmeleri, diğer tekke ve dergâhları ziyaret ederek sohbete katılmalarıdır. Bir hafta süren bu fasıl çeşitli toplantılar, davetler, şehir gezileri ve benzeri cemiyetlerle şenlenir; bu durum, şehirde bolluk, bereket ve meserret olarak algılanırdı.”

Bursa’nın Yıldırım Belediyesi bugün Erguvan Şenlikleri adı altında bu geleneği devam ettiriyor. Ayrıca İstanbul’un Çatalca ilçesi de her yıl Erguvan Festivali’yle birlikte bu güzel çiçeği rengiyle, kokusuyla, sosyal hafızada canlı tutuyor. İstanbul’un toplu taşıma kurumu İETT 2011’de çıkardığı otobüslerinden bazılarını halk oylaması sonucu erguvan rengine boyaması da, bu çiçeğin İstanbulluların kalbinde özel bir yere sahip olduğunun adeta kanıtı hükmünde. İstanbulluları neşelendiren erguvan ağaçları için ilkbaharda Boğaziçi’nde geziler yapılıyor.

TÜRK MUTFAĞINDA ERGUVAN

Baklagiller ailesine mensup olan erguvan ağacının Türk mutfağında oldukça nadide bir yeri var. Nisan ayından açmaya başlayan erguvan ağacının çiçekleri yenebiliyor. Ekşi-mayhoş bir tada sahip yaprakları damak tadına hitap eden lezzetlere dönüşüyor. Erguvan şerbeti Osmanlı, Selçuklu ve Arap mutfağında da oldukça ünlü. Yapılan reçelin tadı gül reçelini andırıyor. Erguvan reçeli, Osmanlı mutfağının ilginç tatlılarından su muhallebisiyle birlikte servis edilebiliyor. Mizacı kuru ve serin olan erguvandan yapılan şerbetin zindelik verici özelliği bulunuyor. Osmanlı mutfağında erguvan salatalarda da kullanılıyor.

DERTLERE DEVA

Birçok çiçek insan bedeni ve psikolojisi üzerinde iyileştirici etkilere sahiptir. Muhteşem bir kokuya sahip olan erguvan da olumlu duyguları harekete geçirici etkisiyle biliniyor. İlkbaharın en hoş ve ferahlık verici kokularından birine sahip olan erguvan, ilkbahar mevsiminden yaza geçişi müjdeliyor ve adeta hayata olan umudu simgeliyor.

Erguvan ağacı, birçok kültürün geleneksel tıbbında ve modern tıpta da önemli bir yere sahip. Şamanların erguvanı bazı hastalıkların tedavisinde kullandığı biliniyor. Geleneksel Çin tıbbında erguvan ağacının kabuğu antiseptik olarak kullanılıyor. Capital Naturalist by Alonso Abugattas isimli İngilizce yayımlanan bir blogda erguvanın ABD’li Kızılderili yerliler tarafından günlük hayatta birçok işlevde kullanıldığına yer veriliyor. Alabama kabilelerinin bu ağacın köklerinden soğuk sıkım yöntemiyle elde ettikleri bir özü ateş düşürücü olarak kullandığı kaydediliyor. Delaware ve Oklahoma yerlilerinin ise bu çiçeği hem ateş düşürücü olarak hem de kusmayı sağlayan pürgatif bir ilaç olarak kullandığı belirtiliyor. ABD Tarım Bakanlığı Doğal Kaynakları Koruma Servisi’nin internet sitesinde Amerikalı yerlilerin ayrıca erguvan ağacı kabuğunu boğmaca tedavisinde de kullandığı kaydediliyor. Birçok kabile erguvanın yapraklarını da lezzetli buluyor. Bu güzel çiçeğin köklerinden boya elde ediliyor. Erguvan aynı zamanda damarları büzücü ve kanamayı durdurucu bir özelliğe sahiptir. Ateş düşürme, dizanteri ve ishal tedavisinde kullanılıyor. Boğmaca ve tıkanıklık da dahil olmak üzere erguvanın göğüsten kaynaklanan şikayetlere iyi geldiği biliniyor.

Erguvanın ayrıca kanser tedavisinde kullanımına dair araştırmalar da mevcut. Johnny Amer, Nidal Jaradat, Suhaib Hattab, Sara Al-Hihi, Ra’eda Juma’aa’nın yazdığı ve European Journal of Integrative Medecine Dergisi’nde (Avrupa İntagratif Tıp Dergisi) yayımlanan bilimsel bir makaleye göre erguvan göğüs kanserindeki DNA hücre döngüsünü, antimikrobiyal ve antioksidan özelliği sayesinde engelliyor.

KOKUSU RUHA İYİ GELiYOR

Nilhan Osmanoğlu, “Koku İlmi” isimli kitabında, erguvanın duygusal dengeleyici bir özelliğe sahip olduğuna yer veriyor. Osmanoğlu, “Bu koku hakkında en çok rivayeti ortaya çıkaran yerlerden biri de Hindistan’dır. Hindistan’da kutsal bir koku olarak kabul gören erguvanın sevgilileri daha ihtiraslı yaptığı söylenir. Erguvan, kadınlar tarafından kadın hastalıklarına ve kolay doğum yapmaya yaradığı için kullanılır. Kişilerdeki egoizmi giderdiği ve fazla yemek yeme dürtülerini ortadan kaldırdığı da bilinir. Erguvan kokusu için yapılan rivayetlerin en çarpıcısı da onu tılsım olarak taşıyan kişiyi şöhretli ve görünmez yaptığıdır. Aşırı tepki verdiğiniz ve endişeli olduğunuz durumlarda erguvan kokusu sizi değerlere ve diğer insanların hislerine karşı duyarlı olmanızı sağlar. Erguvan, kişinin duygusal gerilimden kurtulmasına ve duygularını kabullenmesine yardımcı olur. Aşırı yüklü zihinleri temizleme özelliği mevcuttur. Vücuda, özellikle kulak arkasına sürülerek uygulanır. Yastık altına sürülmesi tavsiye edilir. “

TÜRK EDEBiYATINDA ERGUVAN TUTKUSU

Türk sözlü edebiyatı çiçek, bitki ya da meyveyle ilgili deyimler açısından oldukça zengindir. Türk edebiyatı için doğa büyük bir ilham kaynağıdır. Osmanlı divan edebiyatında erguvan çok özel bir sembol olarak kullanılmıştır. Prof. Dr. Şener Demirel “Divan Şiiri’nde Erguvan” isimli makalesinde şu ifadelere yer vermiştir:”

“Tabiata ait unsurların en dikkate değer olanlarından gül, lâle, sümbül, nergis, servî gibi çiçek veya ağaçların büyük çoğunluğu sevgiliye ait güzellik unsurlarının mazmunu olarak kullanılmıştır. Söz konusu çiçeklerden biri olan erguvân, kırmızıya yakın pembemsi rengi ile aynı zamanda bu yazının ana konusu durumundadır. Erguvân çiçeği sevgiliye ait dudak, yanak, yüz gibi güzellik unsurları başta olmak üzere birbirinden değişik ve zengin çağrışımlar bağlamında Divan şairine ilham kaynağı olmuş, Divan şiirinin kendisine has renkli dünyasının renkli bir unsuru olarak edebiyattaki yerini almıştır.”

Türk edebiyatının gönüllerde taht kurmuş kalemleri için de erguvan bir tutkudur. Erguvan hem birçok eserin adı olmuş hem de birçok eserde nice dizelerin ve satıların kahramanı olmuştur.

Mehmet Yaşin, Orhan Okay ve Prof. Dr. Ahmet Haluk Dursun Türk edebiyatında erguvanı ele alan yazarlardan. Orhan Okay “Boğaziçi Hâlâ Güzel” başlıklı yazısında erguvan hakkında şu ifadelere yer veriyor:

“Eski İstanbullular, özellikle Boğaziçi sakinleri cemrelere, nevruza dikkat etseler de asıl baharın geldiğine erguvanların çiçek açmasıyla kani olurlardı. Dev gibi çamların, çınarların, kestanelerin arasında kaybolmuşken nisan sonlarına doğru birdenbire çıldıran çiçekleriyle baharın saltanatını onlar tek başına yürütür. 1940’larda, adı çoktan değişmiş de olsa halâ Şirket-i Hayriye denilen vapurların gedikli yolcuları, kaptanın sanki her seferinde Boğaz’ın gizli bir kösesini göstermek ister gibi usta manevralarıyla, hiç beklemedikleri küçük bir dönüşünde tepelerde, yamaçlarda, kıyılarda, köşklerin, yalıların bahçelerinde açık mor mu, eflâtun mu, pembe mi, hayır hiçbiri değil, o kendi ismini taşıyan rengiyle erguvanlarla karşılaşırlardı. O zaman, hilkatin ustalar ustası ressamının fırça darbeleriyle bütün Boğaz, göğü ve deniziyle erguvan olurdu.”

Yazar Hakkında

drenkveren@gmail.com'

Deniz RENKVEREN

Yorum Ekle