Röportaj

Anzaklar Neden Geldi?

Çanakkale Zaferi ile milletin gerçek kudreti, manevi gücünün yanı sıra; bağımsızlığını, onurunu ve vatanını korumak için neler yapabileceğini bütün cihana bir kere daha göstermiştir.

Ekrem Saltık

Ekrem Saltık (Belgesel Senaristi / Documentary Scriptwriter)

Bir yandan koca bir imparatorluk tarih sahnesinden çekilirken öbür yandan aynı imparatorluğun bir kısmında amansız bir vatan müdafaası yapılmaktadır.

Binlerce vatan evladı şehit düşmüş ve özellikle Çanakkale’de verilen hayatta kalma ve özgürlük mücadelesi Batılı ülkelerde bile ‘Gelibolu’ adıyla tarihe mal olmuş, büyük bir vatan savunması olarak kayda geçmiştir.

Bu şanlı mücadelenin en büyük ispatı niteliğindeki Çanakkale Şehitliği sadece bu anlamda bile bu toprakların sesi, tarihin çığlığı hükmündedir. Burada ödenen bedelle bu topraklar vatan haline gelmiş, Türk askerinin vermiş olduğu mücadele Türk tarihi bir yana dünya tarihine mal olmuştur.

Çanakkale Zaferi ile milletin gerçek kudreti, manevi gücünün yanı sıra; bağımsızlığını, onurunu ve vatanını korumak için neler yapabileceğini bütün cihana bir kere daha göstermiştir.

Çanakkale Zaferi’nin 100. Yılında, bu alanda çalışmalara imza atmış olan belgesel senaristi Ekrem Saltık ile bir röportaj gerçekleştirdik.

Çanakkale Savaşı’nın önemini, Osmanlı Devleti açısından toplumsal hafızadaki manevi yeriyle birlikte düşünerek kısaca değerlendirebilir misiniz?

100 yıl önce gerçekleşen ve dünya tarihinin ilk büyük ve küresel çatışması olan I. Dünya Savaşı’nın gidişatına yön vererek savaşın süresini uzatan Çanakkale Savaşı; dâhil olan bütün tarafların büyük kayıplar vermesine neden olmuş, kelimenin tam anlamıyla koca bir nesille birlikte, belleğinde kadim bir geleneği taşıyan meçhul bir gelecek toprağa gömülmüştü. Doğdukları toprakları terk ederek, binlerce kilometrelik bir deniz yolculuğunun ardından Çanakkale kıyılarına gelen yaklaşık yarım milyonluk İtilaf ordusu yüz binlerce kayıp vererek geri dönmüştü. Denizden gelen şiddetli bir fırtınayı andıran İtilaf ordusuna karşı koyarak, kısa sürede geçilebileceği düşünülen Çanakkale Boğazı’nda kan ve kemikten bir set ören Osmanlı ordusunun kaybı 250 bin kişiyi geçmişti. Çanakkale Cephesi’nde şehit düşen Osmanlı askerlerinin çoğu hayatının baharındaki öğrenci ve münevverlerden oluşuyordu. Çanakkale Savaşı boyunca gerçekleşen her gün batımı aslında tarihe karışırken dahi ayakta dimdik durmaya çalışan ve maddeye manayı tercih eden nesillerin sönmesin diye çırpındığı kadim bir ateşin son kıvılcımlarını da beraberinde söndürüyordu.

Peki, Çanakkale geçilseydi tarihin seyri nasıl değişirdi?

1. Dünya Savaşı’nda açılan onlarca cepheden biri olan Çanakkale geçilirse, zaman ve mekândaki sınırları aşan bir devlet ve o devletle birlikte bir medeniyet duruşu ideolojik kalıntılarına dahi ulaşılamayacak bir şekilde tarihe gömülecek, Çanakkale gerçek anlamıyla bir devrin battığı yer olacaktı. Çanakkale geçilirse, tarih boyunca defalarca kuşatılmış olmasına rağmen, II. Mehmet’in fethiyle, Osmanlı devletine başkentlik yapan İstanbul da düşecekti. Çanakkale geçilirse, I. Dünya Savaşı’nın bizzat kurgulayıcılarından olan İngiltere’deki mevcut hükümet değişmemiş, Çarlık Rusyası çökmemiş ve Çanakkale geçilmesin diye toprağa düşen yüzbinlerce Osmanlı askerinin canı pahasına, pusuya düşürülmüş kadim bir imparatorluğun küllerinden doğan Türkiye Cumhuriyeti kurulmamış olacaktı.

 Çanakkale Savaşı, ülkemizde olduğu gibi Avustralya’da da oldukça     önemseniyor. Aralarında Avustralyalıların da bulunduğu Anzakların, Çanakkale Savaşı’na dâhil oluş süreci nasıl gerçekleşti?

Anzakların, Çanakkale’ye gelip, burada tarihe geçecek bir savaşın tarafı olarak bulunmalarına giden süreci bütün yönleriyle anlayabilmek için I. Dünya Savaşı’ndan daha öncesine, Kraliçe Victoria’nın (1851-1914) Büyük Britanya İmparatorluğu’nun başında bulunduğu yaklaşık altmış dört yıllık saltanat döneminin son yıllarına gitmek gerekiyor. Zira Avustralya ve Yeni Zelanda kasabalarından toplanan gönüllülerden oluşan ve kısaca “Anzak” adı verilen askerî birliklerin kendi coğrafyalarından binlerce kilometre uzaktaki bir savaşa “gönüllü” olarak katılmış olmaları, verecekleri büyük kayıplarla birlikte düşünüldüğünde pelemolojik açıdan da trajik olan bir “akıl tutulması” gibi görünüyor. Oysa tarihsel bir analiz yapıyorsak eğer, sonucu Anzakların toplandığı Avustralya ve Yeni Zelanda’da Kraliçe Victoria döneminde yaşanan süreçle birlikte düşünmek gerekiyor. Şöyle ki, İngiltere’nin “uygarlaşma” politikalarının büyük bir kararlılıkla uygulandığı Kraliçe Victoria dönemi; aynı zamanda Avustralya, Yeni Zelanda, Güney Afrika ve Kanada’ya “dominyon” statüsünün verildiği dönemdi. Dominyon statüsü alan bu devletler, dışişlerinde bağımsız gibi görünüyorlarsa da sonuçta hala Büyük Britanya’ya bağlıydılar. Bu zeminde, 1914 yılının Ağustos ayına gelindiğinde Almanya’ya savaş ilan eden İngiltere, savaş ilanından dominyonlarını da haberdar etmiş, bir süre önce dominyon statüsü verilen Avustralya ve Yeni Zelanda’nın savaşa dâhil olması çatışmayı tam bir dünya savaşı haline getirmişti.

1. Dünya Savaşı öncesinde dünyadaki askerî çekişmelerin oldukça uzağında bulunan Avustralya, ciddi bir silahlı güce sahip olmadığı gibi herhangi bir orduya da sahip değildi. Kıta’daki asayiş, yerel güvenlik teşkilatlarıyla sağlanıyor, muhtemel bir Avrupa savaşına gönderilecek kuvvetlerin “gönüllü” birliklerden oluşturulması öngörülüyordu. Ülkede savaşa karşı olan kesimler olduğu gibi savaş yanlısı bir kitle de bulunuyor, gazetelerde Avustralya’nın İngiltere’ye koşulsuz destek vermesi gerektiğiyle ilgili yazılar yayınlanıyordu. Siyaset ve devlet adamları pasifikteki Japon ve Alman tehdidine dikkatleri çekerek savaşta, son adam ve son şilinifeda edene kadar, Anavatan, İngiltere’nin yanında yer alınması gerektiğini savunuyordu. Dışarıdan gelen siyasi baskılar devam ederken savaş karşıtı gruplar, hükümetin gönüllü asker sayısını arttırma yönündeki tüm faaliyetlerine direniyordu. Kıta’nın çeşitli şehirlerinde bulunan sendikalara yaslanan sosyalistler, Avustralya’nın uzaklarda yaşanan bir Avrupa savaşına katılmasına karşı oldukça güçlü bir direniş yürütüyorlardı. Avustralya kanunlarına göre halkın savaşa katılma mecburiyeti bulunmadığı gibi sömürgeler yasası, Avustralya ve Yeni Zelanda meclislerine tarafsız kalabilme hakkı da veriyordu. Ancak, 1914 Temmuzunda İngiltere’den gönderilen bir şifre telgrafta, Avustralya’nın yapacağı askerî yardımın boyutları ve verilecek desteğin içeriği hakkında bilgi istenmişti.

Avustralya ve Yeni Zelanda’yı savaşa dâhil eden tek sebep İngiltere’nin talebi miydi?

İngiltere’nin talebi bir yana, Avustralya ve Yeni Zelanda hükümetlerinin I. Dünya savaşına dâhil olmasının en önemli sebeplerinden biri İngiltere’nin kaybedeceği bir savaştan sonra karşı karşıya kalacakları Alman tehdidiydi. Ülkelerinin siyasi ve askerî güvenliğini temin edebilmek için girilmesi gereken I. Dünya Savaşı, Güney Pasifik’teki muhtemel bir Alman tehdidini ortadan kaldırmak ve Japonya’nın pasifikteki hızlı yükselişinin Avustralya açısından bir tehdit oluşturmaması için büyük bir fırsattı. I. Dünya savaşı, 1907 yılında İngiltere’den Dominyon statüsü alan Avustralya ve Yeni Zelanda’nın ilk askerî harekâtı olacaktı. Bu zeminde, çok geçmeden Avustralya donanması İngiltere emrine verilmiş, ayrıca 20 bin kişilik bir ordunun Büyük Britanya’nın stratejik planlarına uygun yerlere gönderileceği taahhüt edilmişti. Avustralya hükümeti aynı zamanda askerî birliklerinin sürekli ikmal edileceğinin de garantisini veriyordu. Taahhüt edilen askerî birliklerin oluşturulabilmesi için ülke çapında yapılan duyurulara cevap veren gönüllü başvurularına rağmen, 1914 yılı sonlarında ülkelerinin Avrupa’daki savaşa katılmasına karşı direnen sosyalist sendikaların da çabalarıyla hala istenen sayıya ulaşılamamıştı. 1915 yılı şubatında Gelibolu cephesinde Türklere karşı savaşan Anzak kuvvetlerinin arasında çok sayıda Maori ve Ranatongan yerlisi olmasının sebebi, Avustralya hükümetinin kendi vatandaşlarını savaşa katılmak konusunda henüz yeterince ikna edememiş olmasıydı. Avustralya kamuoyunun Avrupa savaşına destek vermesini sağlamak için, uzaklardaki düşmanın kıta topraklarına girdiği korkusunun ülke çapında yayılması gerekmiş ve bence 20. yüzyılın ilk 11 Eylül Komplosu olan Broken Hill Saldırısı başta olmak üzere, Türk nefreti uyandıracak çeşitli propaganda çalışmalarına girişilmişti.

Sizin tabirinizle “20. yüzyılın ilk 11 Eylül Komplosu” olan Broken Hill saldırısından kısaca bahseder misiniz?

Broken Hill olayı, aslında I. Dünya Savaşı’nın Ortadoğu’daki en büyük muhatabı olan Osmanlı Devleti’ni, dolayısıyla Türkleri, Avustralya topraklarına girip kan döken barbarlar olarak tanıtarak, Avustralyalıların savaşa gitmesini sağlamak için kurgulanmış bir Avustralya “11 Eylül”üydü. Saldırı, Avustralya kamuoyunun I. Dünya Savaşı’na katılmak konusundaki isteksizliğinin sürdüğü 1915 yılının ilk gününde, Avustralya’nın güneyindeki küçük bir madenci kasabası olan Broken Hill kasabasında gerçekleşmişti. Tamamen sivil insanları taşıyan bir piknik trenine saldırıldığını anlatan görgü tanıklarına göre, saldırıyı yapanlar beraberlerindeki dondurma arabasına Türk bayrağı asmışlar ve Osmanlı askeri üniformaları giymişlerdi. Pusuya düşürdükleri trene ateş açtıktan sonra polis ekipleriyle de çatışmaya giren iki saldırgan yaşlı bir görgü tanığını da yaralamış, biri çatışma sırasında diğeri de yaralı olarak kaldırıldığı hastanede ölmüştü. Olay ertesi gün yayınlanan gazetelerdeTürklerin Saldırısı vurgusuyla gazete manşetlerine çıkmış, Ocak ayı boyunca saldırıya dair ayrıntıları veren gazetelerde Avustralyalı masum sivilleri öldürmek cüretinde bulunan “barbar” Türklerden intikam alınması gerektiğine dair yazılar yayınlanmıştı. Broken Hill’de yaşanan saldırı, I. Dünya Savaşı’na soğuk bakan Avustralya kamuoyunda, Osmanlı Devleti’ne karşı nefret kıvılcımı olmuş, dolayısıyla Anzakların Çanakkale’ye gelişlerinde de etkili olmuştu. Bunu Anzakların farklı dillerde yayınlanan hatıralarında ağız birliği etmişçesine Çanakkale’ye gelmeden önce, Türkleri “barbar” insanlar olarak tanıdıklarını yazmış olmalarından da anlayabiliyoruz.                      

Çanakkale Savaşı’nın Anzaklar açısından önemi ve Avustralyalıların bir         zamanlar “barbar” olarak tanıdıkları Türklere dair mevcut algıları hakkında   neler söylersiniz?

Çanakkale Savaşı’nın Anzaklar, özellikle de Avustralyalılar için ne ifade ettiği konusunda genel geçer sonuçlara ulaşmak elbette mümkün değil ama bazı ipuçlarından hareketle elle tutulur değerlendirmeler yapabiliriz. Öncelikle, Avustralyalıların Büyük Britanya ordusu dâhilinde onlarca ülkede savaştığını, diğer cephelerde paralı asker gibi davranmış olsalar da Çanakkale cephesinde, milli bir mücadele ruhuyla hareket ettiklerini itiraf ettiklerini biliyoruz. Gelibolu’da yaşadıkları hezimetin kendilerine millet olma bilinci kazandırdığına inanan Avustralyalıların Çanakkale Savaşı’na bakışları, savaşla manevi bağ kuran hatırı sayılır bir çoğunluğun Türk algısını da doğrudan etkilemiş ve etkiliyor. Türkler karşısında uğradıkları Çanakkale yenilgisinin tarihlerinde önemli bir dönüm noktası olduğuna inanıyorlar ki, sonradan “Anzak Koyu” adı verilecek olan Arıburnu’na çıkarma yaptıkları günü (25 Nisan) resmî bayram ilan etmiş olmaları bu inancın en bariz yansımalarından biri. Çanakkale Savaşları’nın yıl dönümlerinde yaptıkları Gelibolu ziyaretlerinden beraberlerinde bölgedeki koylardan aldıkları kum taneleriyle dönen Avustralyalılar, kutlu olarak gördükleri kumları çeşitli plaketlere doldurarak saklıyor ya da hediye ediyorlar.

Anzaklar savaşa dair hatıralarında Çanakkale’ye gelmeden önce, Türkleri “barbar” insanlar olarak tanıdıklarını yazmışlardı. Ama aynı hatıralarda, Çanakkale Savaşı sırasında tanıma fırsatı buldukları Türklerin barbar değil, aksine esirlerine dahi misafir hürmeti gösteren, kahraman ve iyi niyetli insanlar olduğunu da itiraf ediyorlardı.

Çanakkale Savaşları sırasında Türkleri tanıma fırsatı bulan Avustralya askerlerinin, ülkelerine döndüklerinde izlenimlerini çevrelerine aktarmaları ve aradan geçen süre zarfında Broken Hill saldırısının aslında Türkler tarafından değil Afgan deveciler tarafından gerçekleştirildiğinin anlaşılmasıyla ülkedeki “barbar Türk” imajı da değişmeye başlamıştı. Bir komployla yaratılmaya çalışılan Avustralya’daki “barbar Türk” imajı 1920’li yılların başından itibaren yavaş yavaş unutulmaya başlanmıştı. Avustralyalıların Türklere dair birbiriyle taban tabana zıt olan algılarından, “barbar Türkler” algısının sebeplerinden biri Broken Hill saldırısıysa, “kahraman Türkler” algısının sebebi de Osmanlı askerlerinin Çanakkale Savaşı sırasında düşman askerine karşı gösterdiği tutum olmuştu. Zira karşılıklı ateşin kesintisiz sürdüğü mevzilerin arasında kalan bir Anzak askerinin yardımına koşan ve yaralı haldeki askeri sırtlayarak ölümden kurtaran Türk askerinin merhameti, tıpkı Broken Hill olayı gibi yüz yıldır her geçen gün daha da değişen bir kahramanlık kurgusuyla anlatılıyor ve anlatılacak.

Yazar Hakkında

Mustafa Özkan

Yorum Ekle