Şimdiki gençler evlilikte “görücü usulü”nün ne olduğunu muhtemelen bilmiyorlardır. Ben sonlarına yetiştim. Hele bir tanesini hatırlıyorum, şehirde olay olmuş, herkes “gençlere yazık edecekler, bu çağda hâlâ mı” gibi eleştirilerle söylenip durmuşlardı. Evlenen delikanlı okul arkadaşımın ağabeyiydi ve insanlar onların geçimsizlikten boşanacakları zamanı bekleyip durdu. Bense o ikisi kadar birbirlerine tutkun bir karı koca daha tanımadım. Yıllar sonra bir ziyaretimde bunun sırrını araştırdım. Görücü usulünden değil, aşkın hakikatine ermekten kaynaklandığını fark ettim. İkisinin de duyguları birbirinden bağımsız ama birbirine yönelikti. Her ikisi de eşinin onu sevip sevmediğini sorgulamadan yekdiğerini seviyordu. Sanki her ikisi de birbirinin ardından “Ben eşimi seviyorum, onun beni sevip sevmediği bunu değiştirmez!” diyordu. Aşkın niteliğini, niceliğini açıklamak için bu karı kocadan daha yetkin kimi bulabilirdim.
Anlattırdım:
“Kalbim” dedi, “Allah’ın elinde. Bu sevgiyi kalbime koyan O. Kitab’ında sevmeyi yasaklamamış. Onun için kalbimde eşime dair hissettiğim her şeye şükrediyor ve bunları Allah’ın lütfu olarak görüyorum.”
Diğerine kulak verdim:
“Ben zannediyorum ki aşk, bir ruhun iki ayrı kişi arasında bölüştürülen parçalarının birleşmesidir. Eğer ruhlarımız bölüştürülmeseydi insan mükemmel olmanın peşinde koşup durmazdı. Her parça bütününü arar ya, ruhlar da kendilerini bütünleyecek öteki parçalarını arayıp durur. Eğer doğru yerde arar, doğru birleşmeyi yapabilirse kemale ermiş olur. Her şeklin, kendine uygun ve benzeyen şekli araması gibi… Kâinatta ne varsa, aklın alabildiği her şey, her varlık hep misli mislinedir.”
“Karşıtların birbirini itmesi” diye ilave etti kocası, nazikçe elini eşinin elinin üstüne dokunup izin isteyerek, “yahut benzerlerin birbirini çekmesi, hemcinslerin de birbiriyle uyum sağladığını göstermez mi zaten? Ruhlar birbiri içinde eriyecek kadar uyum gösterdiğinde (bu arada parmağı, eşiyle kendisini işaret ediyordu) aşk kendini gösterir. Âşıklar arasında benzeşmeler ne derece fazlalaştırılabilirse aşk o derece yükselir, benzeşmeler küçüldükçe ve kayboldukça aşk da alıp başını gider.”
“Sizler” dedim, “İbn Hazm’ın Güvercin Gerdanlığı’nı sık okuyorsunuz galiba?”
“Kim?” dedi.
“İbn Hazm! Hani bin yıl önce Endülüs’te yaşayan allame. Aşk üzerine en zengin bilgilerin ve incelemelerin sahibi.”
“Adını duymadım! O ne diyor ki?!”
“O, tıpkı sizin gibi aşkın ruhta oluştuğunu ama dışarıdan bir sebeple meydana geldiğini söylüyor. Bir insan diğerini herhangi bir sebepten dolayı seviyorsa, o sebebin artmasıyla aşkın yoğunlaşacağını, azalmasıyla da sığlaşacağını söylüyor. Güzellik, zenginlik, bilgi vs.”
“Bu mantıkla düşünürsek biri öldükten sonra diğerini sevmeye devam eden âşıkları nereye koyacağız?”
“O da bunu soruyor ve eğer aşkında sadık ise sevgilinin arkasından fazla beklemeyip yanına gideceğini söylüyor. Leyla’dan sonra Mecnun’un can vermesi gibi hani.
Kadın ilave etti:
“Aslı’dan sonra Kerem gibi heee?”
“Juliet’ten sonra Romeo gibi” dedim içimden.
Kadın, kocasının gözlerinin içine baktı:
“Sen böyle bir şey yapmazsın ya bey?!”
“Allah şu fani dünyada beni senden sonraya bırakmasın… Ama öyle olursa bilesin ki sana olan şu sevgim ne artacak, ne eksilecek, cennette tekrar buluşuncaya kadar böylece sürüp gidecek!..”
Yorum Ekle