Osmanlı İmparatorluğu ile Avrupa arasındaki ticari, siyasi ve kültürel ilişkilerin başlangıç tarihi çok eskilere dayanıyor. Seyyah ve ressamların Osmanlı topraklarına gelip gördüklerini yazı ve resme aktarmaları Avrupalıların doğuya olan ilgi ve merakını arttırırken, Osmanlılar da aşamalı olarak yüzlerini Batı medeniyetine çevirmişlerdir. 18. yüzyılda Avrupa’da yaşanan değişim hareketleri, Doğu’yu da etkilemiş ve Osmanlı topraklarını “açık pazar” haline getirmiştir. 19. yüzyılda, Meşrutiyet’in ilanı ile bu eğilim daha somutlaşarak eğitim, yaşam tarzı ve giyim anlayışına yansımıştır.
KAFTANDAN HAREM’E
Yıllar önce Paris’teki Musée Galliera’da düzenlenmesi planlanan ancak gerçekleşmeyen bir sergi projesi kapsamında, 18. ve 19. yüzyıllarda, Fransa ve Osmanlı İmparatorluğu arasındaki karşılıklı ilişki ve etkilenmeleri incelemek amacı ile arşiv çalışması gerçekleştirmiştik. Başta Topkapı Sarayı olmak üzere İstanbul ve Paris’teki farklı müze ve kurumlarda yaptığımız çalışmalar boyunca incelediğimiz belgeler arasında, beni en çok etkileyen Osmanlı Harem’ine gelmiş olan Fransız terzilerden kalma, üzerine kumaş parçaları iliştirilmiş, ölçü ve metrajların not edilmiş olduğu kadınlara ait sipariş formları oldu. Fransa’da, “Turquerie” akımının hüküm sürdüğü döneme ait kaftan ve harem kıyafetlerini incelemek ayrı bir keyif vermişti bana. 18. ve 19. yüzyıllarda modernitenin ve modanın başkenti olarak dünyayı etkileyen Paris, günümüzde bu unvanını korumaya devam ediyor. Kendilerini ifade etmek ve özgürlüğü tanımak amacı ile dünyanın dört bir yanından Paris’e akın eden düşünür ve sanatçılar gibi ben de 1976 yılında moda eğitimi almak için “modanın başkenti”ne geldim. Moda tasarımcısı olarak ilk profesyonel deneyim fırsatını bana sunan Monsieur Pierre Cardin ilk koleksiyon çalışmamda bana şu sözleri söylemişti: ’’Arkanızda koca bir Osmanlı İmparatorluğu kültürünü ve İstanbul gibi mistik bir şehri bırakıp gelmişsiniz. Onların değerini hiç unutmadan Paris’i düşünerek yaratın.’’ Paris ve İstanbul. Bu iki şehre aşık tüm frankofon sanatçılar gibi ikisinden de vazgeçmeme imkân yok.
VAN LOO’NUN RESİMLERİ
16. yüzyılda, Batı Avrupa’da ve özellikle Fransa’da başlayan Türk sanat ve kültüründen esinlenme eğilimi, 18. yüzyıl da doruk noktasına ulaşmıştır. Gelişen ticari ilişkiler, elçi ve tüccarların ülkelerine döndüklerinde Osmanlı ile ilgili aktardıkları anılar “Turquerie” olarak adlandırılan akımın doğmasına neden olmuştur. Doğunun pek de bilinmeyen egzotik yaşam tarzına olan merak, Fransızların yaratıcı hayal gücü ile birleşince, Avrupa aristokrasisinde ve entelektüel çevrede ilgi görmüştür. Haremin gizemi ve kadınları hakkında biraz da hayal edilerek yazılıp çizilenler, zengin çevrelerde “yeni bir akım” olarak doğmuş; şato ve saraylarda verilen davetlerde, sofa, divan, Türk halısı gibi objelerin kullanılması ve Osmanlı tarzı giyinmek, yani “a la Turca” olmak moda haline gelmişti.
Kral 15. Louis’in gözdelerinden Madame Pompadour ve Madame du Barry’nin Ressam Charles Van Loo’ya harem kadınları giysileri içinde bir “Osmanlı sultanı” edası ile poz vererek yaptırdıkları tuvaller, Avrupa aristokrasisinde büyük ilgi görmüş; başta İngiltere olmak üzere diğer ülke ressamlarını da etkilemiştir. Romantik edebiyatın öncülerinden Alphonse de Lamartine ve daha sonraki dönemde Pierre Loti, İstanbul seyahatlerinden etkilenerek birçok esere imza atmış ve Türkiye’yi ülkelerinde tanıtmışlardır. Osmanlı son dönemlerinde Batılılaşma hamlelerini arttırmış; Fransızca öğrenmek, çocuklarını Fransa’ya eğitim için göndermek gibi frankofon bir nesil yaratma çabasını gütmüştür.
KARLOFÇA’DAN SONRA
Karlofça Antlaşması sonrasında yön değiştiren Osmanlı – Avrupa ilişkileri, bir “istirahat” dönemine girmiş ve karşılıklı olarak siyasi rekabet dışındaki değerlere merak başlamıştır. 18. yüzyıldan itibaren, Osmanlı yöneticileri idari, sosyal ve kültürel alanlarda çeşitli reformlara girişmişleridir.
Bu açılım, Osmanlı’nın Batılılaşma arzusunun başlangıç noktası olmuştur. 1719 yılında Sultan Üçüncü Ahmed’in Fransa’ya ilk kez geçici elçi gönderme kararı ile Paris’e giden Mehmet Efendi, derin kültürü ve şahsiyeti ile Fransızları etkilemiş ve iki ülke arasındaki ilişkilere yeni bir boyut kazandırmayı başarmıştır. Fransa, Osmanlı’nın yaşam tarzını, sanatını, giyim kuşamını mercek altına alarak ilham almıştır. Mehmet Efendi’nin oğlu Genç Said Efendi ise 1742 yılında elçi olarak gittiği Paris’te, iki ülke arasında başlayan sıcak ve samimi ilişkinin devamını sağlamak için çaba sarf etmiştir. Said Efendi, elçi olarak görev aldığı süre zarfında diplomasideki kıvraklığı kadar zarafeti ile de ilgi çekmiş önemli bir şahsiyet olarak tarihe geçmiştir.
Yorum Ekle