Gaspare Trajano Fossati, 1809 yılında Güney İsviçre’nin İtalyanca konuşulan bölgesinde dünyaya geldiğinde onu farklı kılan özelliği kuşaklar boyunca sayısız ressam ve mimarlar yetiştirmiş bir sülalenin ferdi olmasıydı. Hayatına atalarının izinde devam eden genç Fossati, Milano’da mimarlık eğitimini tamamladıktan sonra soluğu Roma ve Venedik’te aldı. Birkaç yıl Roma ve Venedik’i gezen Fossati, burada tarihi yapıları inceleme ve resmetme fırsatı buldu. Devrin mimar ve sanatçıları için en bereketli ekmek kapısı Rusya’ydı. Hatta Fossati’nin amcası da Rusya’da çalışmaktaydı. Çarlık idaresindeki şehirlerde, Rus esintisiyle biraz değiştirilmiş Neo-Rönesans üslubu çok moda olmuş, bu tarzı en iyi yapan İtalyan sanatçılara da rağbet artmıştı. Fossati de modaya ayak uydurmuş ve Rusya’ya gitmeye karar vermişti.
O esnada Beyoğlu’nda çıkan yangın Fossati’nin kaderini değiştirecekti. Bu yangında Rusya’nın Pera’da Galata Mevlevihanesi ile Galatasaray arasında Boğaz’a hâkim bir alanda bulunan ahşap elçilik binası da yanmıştı. Rusya burada gösterişli yeni bir elçilik binası yapmak istiyordu. 1833’te Rusya’ya gelen Fossati gerçekleştirdiği inşaatlarla dikkatleri üzerine çekmiş olacak ki çar, yeni elçilik binası inşaatı için onu görevlendirdi.Kendisine Rus pasaportu verilen Fossati, 1837 senesi Mayısı’nda İstanbul’a ayak basacak, böylece talihi değişerek birkaç asır sonra dahi kendinden bahsedilen bir insan olacaktı.
İstanbul’a varan genç mimar, ayağının tozuyla soluğu Beyoğlu’nda aldı ve çalışmalara başladı. Fakat çar, inşaat için gerekli izni ancak iki yıl sonra verecekti. 10 yıl kadar sürecek olan elçilik binası inşaatı devam ederken Fossati’nin talihi de dönmeye başlayacak, yeni iş teklifleri alacaktı. Bu tekliflerden ilki Beyoğlu’nda bir kilise inşaatıydı. Asıl önemli iş ise 1933 yılında meydana gelen bir yangın faciasında yok olarak günümüze ulaşamayan devasa yapının inşaatıydı. Yapı, yapılış amacına uygun olarak hiç kullanılmamış olsa da Fossati’ye, Darülfünun yani ilk üniversite binası olarak sipariş edilmişti. Bu tarihlerde Fossati’nin birkaç resmi ve şahsi müşterisi de oldu. Ancak onu devrin diğer mimarlarından daha özel hale getiren iş teklifi, 1846 yılında bizzat Sultan Abdülmecid’in iradesi ile gelecekti; Ayasofya’nın tamiratı…
FOSSATİ TERCİHİ
Osmanlılar, İstanbul’u fethettiklerinde kadim şehir artık bitkin düşmüştü. Bizans’ta işler uzun zamandır rayında gitmiyordu ve şehrin, kendine bakacak gücü kalmamıştı. Osmanlılar, 916 yaşındaki ihtiyar delikanlı Ayasofya’yı önce camiye çevirdiler. Fatih Sultan Mehmet devrinden itibaren çeşitli zamanlarda gerçekleştirdikleri tamiratlarla, özellikle de Mimar Sinan’ın inşa ettiği destek payandalarıyla, adeta Ayasofya’nın ömrünü uzattılar. Sultan Abdülmecid devrine gelindiğinde Ayasofya’nın son kapsamlı tamiratının üzerinden epey zaman geçmişti. Sultan, bu mühim işi uzun zamandır resmi inşaatların kalfa ve mimarlığını yapan Balyan ailesine vermek istemediğinden tercihini Fossati’den yana kullandı.
Sekiz yüz işçinin çalıştığı inşaat yaklaşık üç yıl sürdü. Yapıya yeni takviyeler yapıldı, iç ve dış süslemeleri değişti. Binanın içindeki nakışların yenilenmesi için devasa iskeleler kuruldu. Hatta iskeleden düşen iki talihsiz işçi hayatını kaybetti. Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin yazdığı sekiz devasa levha ana direklere asıldı. Aynı zamanda da yapıya yeni parçalar eklendi. Mihrabın solundaki kafesli hünkâr mahfili, bu tamirat zamanında inşa edilmişti. Yine Ayasofya’nın bahçesinde Fatih döneminden itibaren varlığını sürdüren, İstanbul’un da ilk medresesi
olan Ayasofya Medresesi elden geçirilerek yenilendi. Bahçe kapısı kenarına günümüzde de varlığını sürdüren bir muvakkithane inşa edildi.
YETİŞEMEYEN MADALYALAR
Osmanlı devrinde gerçekleştirilen bu son tamirat, 1849 senesinde tamamlandı. Cami, Ramazan ayının ilk Cuma günü, 13 Temmuz 1849 tarihinde muhteşem bir merasimle ibadete açıldı. Tamiratın tamamlanmasının anısına, törene katılan devrin ileri gelenlerine dağıtılmak üzere sınırlı sayıda ve farklı madenlerden madalyalar hazırlatılmıştı. Sultan ve valide sultana verilmek üzere hazırlanan iki madalya altından, çeşitli devlet görevlilerine verilmek üzere 99 tanesi gümüşten ve 199’u da bronzdan imal edilmişti. Bir yüzünde Sultan Abdülmecid’in tuğrasının, diğer yüzünde Mimar Fossati tarafından tasarlanan Ayasofya kabartmasının, onun hemen altında ise Osmanlıca “Tarih-i Tamir-i Ayasofya 1265 [1849]” yazısının bulunduğu madalyalar, Paris’ten sipariş edilmiş; ancak açılış merasimine yetişememiştir.
SULTANA YENİ KİTAP
Osmanlılar, Bizans devrinde Ayasofya’nın duvarlarına resmedilen ve çeşitli tasvirlerden oluşan mozaiklere dokunmamışlar, sadece üzerlerini ince bir alçı tabaka ile kapatmışlardı. Tamirat sırasında bu tabakalar kazınınca, eski mozaikler ortaya çıktı. Fossati, vakit kaybetmeden üzerleri tamirat sonrası yeniden kapanacak olan mozaikleri resmetti. Gayesi mozaiklerin desenini çıkararak, bunları büyük bir kitapta toplamaktı. Kitabın basılması için gerekli meblağ olan altı bin rubleyi çardan isteyebilirdi. Lakin çar, kendisine gösterilen bir kaç resme karşılık Fossati’yi ufak bir yüzükle mükâfatlandırmıştı. Fossati, bu kez Ayasofya’nın içinden ve dışından çeşitli manzaraları tasvir eden resimlerden mütevellit yeni bir albüm hazırladı. Sultan Abdülmecid albümü beğendi ve gerekli maddi desteği sağladı. Fossati’nin Aya Sofia Constantinople ismini verdiği kitap, taş baskı olarak 1852 yılında Londra’da basıldığında üzerinde Sultan Abdülmecid’in tuğrası bulunuyordu. Albüm şeklindeki kitap, 25 levhadan oluşuyordu ve resimler Fossati’nin aynı zamanda iyi bir ressam olduğunun da habercisiydi.
Yorum Ekle