Osmanlı’nın gerçek anlamda bir devlet hâline gelmesi, güçlenmesi ve büyümesinin, 1360-1444’te Balkanların, 1453’te de İstanbul’un fethi ile gerçekleştiği düşünülürse, Balkanların Osmanlı ve Türk tarihindeki önemi kendiliğinden ortaya çıkar. Osmanlı Devleti’nin kuruluş ve kökleşmesi 1299-1448 sürecinde başlamış, 150 yıl kadar sürmüş ve büyük kısmı Balkanlarda gerçekleşmiştir. Osmanlı Devleti’nin Türkiye Cumhuriyeti şeklini alarak yeni bir kimlik ve felsefe ile dünyaya açılması, yine Balkanlarda İttihat ve Terakki’nin İkinci Meşrutiyet’i gerçekleştirmesiyle başlamıştır. Makedonya bu hareketin merkezi olduğu kadar gerek İttihat ve Terakki’ye gerekse Cumhuriyet’e birçok lider kazandırmıştır. Bütün bu olayların arkasında yatan, siyasi bir akım olan Balkan milliyetçiliği birinci derecede önem taşır.
Balkanlar 1912’de kaybedilmesine rağmen Türkiye’nin hayatını her bakımdan etkilemeye devam etmiştir. Balkan Savaşı’nda yarım milyon kadar Müslüman; Sırp, Bulgar ve Rum tarafından katledilmiş ve aynı sayıda kişi yerlerinden zorla çıkarılarak Trakya ve Anadolu’da sığınmaya mecbur edilmiştir. Bu göçmenler, 1856-78 arasında Kırım, Kafkas ve Balkanlardan gelenlere katılarak Osmanlı halkının hem eski acılarını tazelemiş hem de gittikçe büyüyen Müslüman milliyetçiliğinin Türk milliyetçiliğine dönüşmesini hızlandırmıştır. Türk milliyetçiliğinin Balkanlardaki ilk merkezi Selanik olmuş ve Genç Kalemler gibi dergiler orada yayınlanmıştır.
Türk milliyetçisi yazar, şair ve siyaset adamı Ziya Gökalp (1876-1924) ilk orada faaliyet göstermiştir. Türk milliyetçiliğinin, Sırp, Rum ve Bulgar milliyetçiliğine bir tepki ve aynı zamanda savunma olduğu aşikârdır. Yine Balkan Savaşı göçmen mübadelesine yol açmıştır. Rum ve Bulgarlarla yapılan kısıtlı sayıda mübadeleyi, 1923-26’da iki milyon kişiyi kapsayan Türk – Yunan mübadelesi izlemiştir. Anadolu Hristiyanlarını Balkanlara, Balkan Müslümanlarını Trakya ve Anadolu’ya getiren bu mübadeleler, her ülkede hâkim çoğunlukta olan etnik dinî grubun sayısını ve dolayısıyla siyasi gücünü arttırmıştır. Türkiye hükümeti ile Balkan hükümetleri arasında 1930’lu yıllarda yapılan göç anlaşmaları bu etnik saflaşmaları daha da derinleştirmiştir. Ancak 1930’larda Balkanlardan Türkiye’ye göçler tek yönlü olup Anadolu’nun Türk – Müslüman nüfusunu arttırmış, Birinci Dünya Savaşı ve Millî Mücadele yıllarında oluşan insan zayiatını bir dereceye kadar düşürmüştür.
Balkan Savaşı’nın tetiklediği milliyetçiliğin nüfus değişimi ile ortaya çıkışını, sadece Müslüman ve Hristiyanlar arasında oluştuğunu düşünmek çok yanlıştır. Makedonya Slavları (çoğunluk Bulgar) Bulgaristan’a gönderilmiş, Bulgaristan’da yaşayan Rumlar – binlerce sene Karadeniz sahil kasabalarında yaşamış olanlar dâhil – Yunanistan’a göçmüşlerdir. 1913’te Bulgaristan’a karşı savaşa katılan Romanya, Güney Dobruca’nın (Silistre, Pazarcık) iki vilayetini mükâfat olarak alınca buraya Balkanlarda, bilhassa Makedonya’da yaşayan Ulahları iskân etmiştir. Böylece orada yüzyıllardan beri çoğunlukta olan Müslümanların bir kısmı Türkiye’ye göçmüşlerse de yüksek sayıda Müslüman Türk, vatan bildikleri topraklarda yaşamaya devam etmişlerdir. 1940 yılında Almanya’nın baskısıyla Güney Dobruca’nın iki vilayeti, tekrar Bulgaristan’a iade edilmiştir. Bu iki vilayette iskân edilen Ulahlar ise Romanya hâkimiyetinde kalan Kuzey Dobruca’nın Köstence ve Tulca vilayetlerinde yaşayan Bulgar nüfus ile mübadele edilmiştir.
Balkan Savaşları, Osmanlı idaresi sırasında kurulan Balkan Birliği’ne ve bu birliğin temelinde yatan dinsel, kültürel hoşgörüye son vermiştir. Daha evvel belirttiğimiz gibi bu hoşgörü yalnız Müslümanlarla gayrimüslimler arasında değil, çeşitli Hristiyan gruplar arasında da geçerliydi. 1912 Balkan Savaşları sonunda daha açık bir şekilde ortaya çıkan Hırvat – Sırp (Katolik – Ortodoks) gerginlikleri 1990’larda kanlı çatışmaya dönüşerek Vakovar şehrinde Katoliklerin katlini müteakip, Hırvatistan’ın Krayna bölgesinde yaşayan Sırpların kovulmasıyla neticelenmiştir. Ama her iki ülke aynı dili paylaştıkları Bosnalılara, yani Müslümanlara karşı 1992 – 95’te amansız bir savaş açmaktan geri durmamışlardır.
Balkanlarda Türklerden, Arnavutlardan, Boşnaklardan, Pomaklardan ve Ulahlardan meydana gelmiş Osmanlı Müslümanlarından veya onların çocuklarından oluşan 11-13 milyon Müslüman yaşamaktadır. Arnavutluk ve Kosova’da Müslüman nüfus çoğunlukta olup Bulgaristan’da hâlen bir milyon kadar, Sırbistan’da 300 bin, Yunanistan’da 150 bin, Bosna Hersek’te iki milyon, Romanya’da 100 bin, Hırvatistan ve Karadağ’da 25 bin kadar Müslüman nüfus vardır. Böylece Balkan Savaşları’nın tetiklediği kıyımlara, zorlu veya anlaşmalı göçlere rağmen hâlen Balkan ülkelerinin takriben 50 milyon nüfusunun (Romanya hariç) yüzde 8-14’ünü eski Osmanlılar (veya tercihen kullanılan yerli terim ile Türkler) oluşturmaktadır. Ve bunlar daha evvel Türkiye’ye göçmüş birkaç milyon Balkan kökenli nüfus ile akrabalık, hemşehrilik gibi nedenlerle bağlarını devam ettirmektedirler. Buna karşılık Türkiye’de Yunan (Rum), Sırp ve Bulgarların sayısı 15 bin civarlarındadır.
Balkanlar, 1912-13’ten sonra büyük siyasi dalgalanmalar geçirmiştir. Bu savaşın sonunda Makedonya’nın güneyi (Selanik merkezli) Yunanistan’a, Kuzey Makedonya (Üsküp merkezli) Sırbistan’a, ülkenin küçük bir bölümü ise Bulgaristan’a verilmiştir. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları arasındaki dönemde Balkan ülkelerinde hâkim olan aşırı milliyetçi rejimlerin daha fazla birbirine düşmelerine engel, bölgede etkilerini geliştiren İngiltere, Almanya ve İtalya’nın rekabetidir. Bu rekabetin kurduğu denge Almanya’nın (1941-42) Yugoslavya’yı, Yunanistan’ı; İtalya’nın Arnavutluk’u işgal etmesiyle bozulmuştur. Bulgaristan ve Romanya ise Almanya’nın müttefiki olmuşlardır.
Sonuç olarak Balkanların en güçlü ve en büyük ülkesi şüphesiz Türkiye’dir. Türkiye, Balkanlarda etki sahibi olmak için, stratejik, ekonomik, kültürel ve demografik birçok unsura sahiptir. Her ne olursa olsun Balkanların, tarihinin acılarını, küskünlüklerini ve intikam duygularını bir yana bırakarak geleceğe yeni, insani ve barışçı bir gözle bakması gerekir. Son Balkan Savaşı’ndan sonra geçen yüz yıllık acı tecrübelerden sonra gelecek asırların Osmanlı idaresi zamanında olduğu gibi barış, hoşgörü ve kardeşlik içinde geçmesini beklemek yerindedir. Türkiye bu amacı gerçekleştirebilirse hem dünyada hem de bu bölgede büyük itibar kazanacağı gibi kendi güvenini ve ekonomik gelişimini daha da sağlama bağlayacaktır.
Yazarın özel izniyle Timaş Yayınları’ndan çıkan Balkanlarda Osmanlı Mirası ve Milliyetçilik adlı kitaptan yararlanılarak hazırlanmıştır.
Yorum Ekle