Sanat

Gül Terazisi

Geçmişte mimarlıktan sarraflığa, denizcilikten eczacılığa dek çeşitli alanlarda kullanılan objeleri sergileyen Pera Müzesi’ndeki “Ağırlık ve Ölçüler” koleksiyonu, Anadolu bilim ve kültür tarihinin dört bin yıllık birikimine ışık tutuyor.

Cadde günün her saatinde kalabalık. Bugün daha bir canlı ve iki yönden akan insan seli yetmezmiş gibi, ellerinde pankartlar büyük bir topluluk slogan atarak ilerliyor. Hak, adalet, eşitlik, özgürlük sesleri balonlar gibi göğe yükseliyor ve kim bilir şehrin hangi çatısında patlayıp çiçekleniyor. Bunu bir işaret mi saymalıyım. Pera Müzesi’nde göreceğim Anadolu Ağırlık ve Ölçüleri Sergisi öncesinde, bu bir güzel tesadüf mü? Mademki ölçü ve tartı insanın hak, adalet ve eşitlik arayışının bir sonucudur, göreceklerime bu gözle de bakmalıyım! Yoksa insan niçin tartar, neden ölçer?

Bir görüşe göre uygarlık tarımsal üretimle değil, alışverişle başlar. Aldığının verdiğine eşit olması, ilkin göz terazisinin kurulmasıyla gerçekleşir. Yönetmen Jean Luc Godard filmlerinden birisinde, “insanlar göz temasını ortadan kaldırmak için parayı icat ettiler” der. Ölçü, tartı da sonunda paranın, değerin bir aracı. Ve hayatın yürüyebilmesi için de çok gerekli. Suna – İnan Kıraç çiftinin koleksiyonunu dolaşırken Mısır, Filistin, Mezopotamya ve en çok Anadolu coğrafyasında kullanılan ağırlık ölçülerinin sembolik hikâyelerini yakından duymamak mümkün değil. Roma, Bizans ve Osmanlı uygarlıklarının ölçü ve tartı sembolleri üzerinden renklenişlerini de görme imkânı var. Katı, sıvı, altın ve gümüş gibi mal ve değerleri ölçen araçların yanında, mimarlık ve mühendislikte kullanılan aletler göz kırpıyorlar. M.Ö. 2. yüzyıldan günümüze, Anadolu’da kullanılmış ağırlık ve ölçü aletlerine, gözün ve görmenin hassas dokunuşlarıyla bakmalı. Ben de öyle yaptım.

Gönlümü ilkin çiçek motifli bir terazi çeldi. Çıkardım ruhumu, kalbimi tartsın, daramı alsın diye! Ne kadar geldi söyleyemem. Kim bilir hangi usta işledi onu. Gül çağrışımlı desenleri hangi gizli aşkın işareti? Belki de gül alınıp gül satılmak için kullanıldı. Ölçüp tartma, incelik, her şeyden çok incelik ister mi demek istediler? Bir sanat eseri gibi karşımda duran bu mekanizmayı seyretmeye doyamazsınız. Ya şu zarif tartı sandığına ne demeli? İçten dışa kırmızı geçişlerle boyanmış, motiflerle süslenmiş, kefe ve dirhemleri bir mürit gibi zamana teslim olmuş değil mi? Yan yana ağırlıklar.

Bizans başka bir dile bürünmüş, Roma bambaşka. İmparatoriçe büstü biçimlisi de var, Athena büstü biçimlisi de. Uçları hayvan başlı biçimli kantar koluna ise daha uzun ve soyutlamanın ucuna giderek bakmalı. Anadolu’dan söz açılıyor ya! Bölge bölge Ege’den Akdeniz’e kadar yayılıyor ağırlık ölçülerinin şekilleri. Amphora da ağırlık ölçer orada, taş da. Uyuyan ördek biçimli ağırlık birimine de rastlanır, kurbağa ve boğa başına da. Anadolu, iş görmekle yetinmez, sanatı hep devreye sokar çağlar boyunca. O yüzden bu aletlere, şekillere, madde diye değil sanat diye bakmak gerekir. Buğday ölçen el ile süt tartan el, sarraf ile mimar neredeyse bu uzun zamanların şanslı aktörleridirler. Sosyal hayatın nasıl değiştiğinin göstergeleri. Metrik sistem, dirhem ve gram, arşın ve metre sadece birer kelime değil, zihniyet değiştirmenin kanıtları.

Günlük hayatımızdan neredeyse çekilmiş tür tür kantarlar. Topuzları, çengel ve zincirleri alabildiğine fantezist izlerle dolu. Kimisine ciğer, kimisine tür tür meyveler, kimisine büyük ağırlıklar takılmış. Tasarım incelikleri ve gerektiğinde iş görmeleri hâlâ mümkün. O yüzden elektronik ve dijital dünyanın dışında, ölmeyen ve aşılmayan varlıklar bunlar. Bir tür sanat klasikleri. Eczanelerde gram gram tartılan şifa! Çift kefeli teraziler. Bugün dünyanın pek çok ülkesinde adalet sembolü olarak kullanılan terazi. En ilkelinden en soyutuna kadar. O arayışı, hak, adalet ve hukuk arayışını dile döküyorlar. Metreler, arşınlar… Çarşı arşını, metre, endaze, kile, şinik, zarf, hacim ölçüleri, buğdayı da, arpayı da ölçmek için ahşaptan demire kadar. Ve erken bir bilgisayar denemesi “Rubu tahtası”. Madde değil zaman da ölçülür değil mi sonuçta…

Mimarları, bu aletleri düşünüp tasarlayan amatör ustaları hatırlamalı. Gönye, gez, pergel, havai terazi, mimarların sağ kolu sayılan havai teraziyi de anmalı. Önlerinde durup onlara selam vermeli. Uygarlığın kurulmasında oynadıkları kritik rolü hatırlamalı. Mimar Sinan gibi ulu mimarların büyük yapılar için kullandıkları bu terazinin gidip su kemerlerinde izini sürmeli. Bir sergi, orada bulunan objeler, sanat eserleri, onların ruhu ve izleri biraz da dışarıdadır. Kardeşleri, kayıp kardeşleri vardır. Gün gelecek bugün kullanılan aletler de müzelik olacak. Günde kaç adım attığımızı sayan cep telefonları, tozu ölçen dijital hassas teraziler, termometre ve barkot makinaları geçmişi yüklenecek. Fakat gün geçtikçe birbirine benzeyeceği, soyutlamadan, sanattan, gül tartmaktan, ince süs ve aşktan mahrum olacak. Ama insanın, hâlâ sokaktan yükselen, hak, adalet, eşitlik isteği dinmeyecek. Bir de göz, asıl o, insanın ta içine bakan terazi hiç kaybolmayacak. Körlük olsa bile. İç gözü hep var olacak.

Yazar Hakkında

Ömer Erdem

Yorum Ekle