■ Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?
Yarım asrı aşkın süredir fotoğraf tutkumun peşinde yeryüzünü geziyorum. Amerika’da ve dünyanın çeşitli yerlerinde çok sayıda fotoğraf sergisi açtım. Fotoğraf üzerine çalışmalarıyla tanınan Brooklyn’deki Pratt Enstitüsü ile senelerdir ortak çalışmalar yürütüyoruz. Ayrıca dünyanın önde gelen fotoğraf galerilerinden Throckmorton Fine Arts ile çalışıyorum.
■ İpek Yolu projenizden biraz bahsedebilir misiniz?
İpek Yolu: O Zamanlar ve Şimdi adını taşıyan proje, sergiden kitaba uzanan çok uçlu hedeflere sahip. Bu kapsamda 2008’den bu yana İpek Yolu güzergâhındaki şehirleri gezerek yaşam alanlarındaki kültürel dokuları fotoğraflıyorum.
■ Hangi rotayı izliyorsunuz?
Ürdün, Suriye, Özbekistan ve Türkmenistan’dan sonra Türkiye’ye geldim. Türkiye’ye ilk gelişim değil. Bu altıncı oluyor. Bugüne dek Bergama’dan Midyat’a, Safranbolu’dan Birgi’ye, Çamlıhemşin’den Kapadokya’ya kadar Türkiye’nin karakteristik mimari örneklerinin bulunduğu yerleri inceleyip fotoğrafladım.
■ En çok nereleri beğendiniz?
Ben bir Türkiye aşığıyım. Size şu ya da bu yer diyemem, ama son seyahatimde Artvin’in Gürcistan sınırındaki dağ köylerinden çok etkilendim. Özellikle Camili ya da eski adıyla Maçahel denilen yer gerçek bir doğa ve kültür harikası. Orada yerel halkın günlük yaşamına dahil oldum. İnek sağdım, yemek pişirdim ve bahçe işleri yaptım. Harika bir deneyimdi.
■ Türkiye’yi İpek Yolu’ndaki ülkelerden ayıran farklar nelerdir?
Türkiye’de köklü bir kültür var. Konaklar, camiler, müzeler, hanlar, hamamlar benzersiz. Evler, içinde yaşayanların kültürel kodları hakkında ipuçları veriyor. İç mekânlarda girdiğimde sanki fotoğraf çekiyormuşum gibi değil de resim yapıyormuşum gibi hissediyorum.
■ Ziyaret ettiğiniz evlerde neler gördünüz?
Türkiye’de her ev bana yeni bir sürpriz yaşatıyor. Her biri içinde yaşayanların mabedi gibi… Basit ve iddiasız, fakat çok güzeller. Her ev bana farklı bir müzik dinletiyor. Türkiye’deki evlerin ruhu ve kalbi var. Evlerde sıcaklık ve samimiyet var. En önemlisi, özgün misafir ağırlama ritüelleri var. İnsan bu evlerde yaşamak istiyor.
■ İç mekânlara olan bu ilginiz nereden geliyor?
İç mekânlar, fotoğrafik açıdan bakir alanlar. Bunlar insana daha önce görülmemiş dünyaların kapısını aralıyor. İç mekânlara duyduğum ilgi, galiba New York’ta, henüz genç bir kızken başladı. Sanat meraklısı annem, beni Manhattan’da yılda bir kez açılan ev ve binaların gezdirildiği kültür turlarına götürmüştü.
Orada gördüğüm mekânlar aklımda yer etti. Yine 20 yıl kadar önce Hindistan’ın Racastan bölgesinde karşılaştığım ve adeta taştan yapılmış birer danteli andıran meşhur Haveli konaklarının iç dekorasyonlarından çok etkilenmiştim. O gün bugündür fotoğraflarımda yaşam alanlarındaki kültürel derinliği arıyorum.
■ Mekân seçimlerini nasıl yapıyorsunuz?
Daha çok köy ve kasaba gibi küçük yerleşimlerdeki iç mekânlarda çalışmayı seviyorum. Bu yüzden şehirden uzaklaşıp taşraya gidiyorum. Orada daha gerçek ve doğal bir hayat var. Ayrıca insanların konuşamadıkları halde beni anlamaya çalışmalarına bayılıyorum. Fotoğraflarımda genellikle ev sahiplerini kullanmıyorum. Çünkü kuşaktan kuşağa aktarılan eşyalar ve objeler zaten onların varlığını hissettiriyor.
■ Bu mekânlara ulaşmak zor olmuyor mu?
Binlerce kilometre yol gidip oraya ulaştıktan sonra bu evlere girememe ihtimalinin olabileceğini bir kere bile düşünmedim. Zaten bu tür bir engel de karşıma pek çıkmıyor. Hele Türkiye’de size kapıyı açan ve içeri buyur eden birileri mutlaka oluyor. Görmek istediğim evlere ulaşabilmek için bulabildiğim her türlü aracı kullanıyorum. Kalabalık halk otobüslerini, ilkel köprüleri, tekinsiz sandalları… Mesela, bir çiftçinin kullandığı eski bir traktöre bağlı paslı bir römorkla yolculuk ettiğim bile oluyor. İstediğim fotoğrafları elde edemediğimde, şartlar ne olursa olsun, oraya tekrar tekrar gidiyorum.
■ Çekimlerde ev sahipleri sizi nasıl karşılıyor?
Türkiye’de bana kapılarını açıp beni hayatlarına dahil eden yüzlerce aileye teşekkür borçluyum. Asla göremeyeceğim yerleri fotoğralama şansını verdiler bana. Yerel yönetimlerin desteği, İzmir’deki 14 tarihî sinagogdan dördünü fotoğraflamamı mümkün kıldı. 40 senedir kapalı olan evlerin kapıları bana açıldı. Birçok kişi, gittiğim bölgelerde günlerce bana eşlik etti. Hatta seçtiğim evleri fotoğraflamam için 12 saat boyunca araba kullanarak ulaşımımı sağlayanlar oldu. İşte seyahatimi unutulmaz yapan, yol boyunca karşıma çıkan, bu projenin sanatsal amacını anlayan sayısız insan… Kültürlerini ve geleneklerini son derece önemseyen bu insanlarla tanışmak hayatımı zenginleştirdi.
■ Fotoğraflarınız nasıl bir estetik arayıştan besleniyor?
Fotoğrafta doğallığı ve ruhu olanı arıyorum. Güzellik benim için denge ve uyumdur. Benim için “zengin” olan ”sıradan” olandır. İnce bir perdenin altında buruşmuş bir yorgan ya da hayatını çay toplayarak geçirmiş, mükemmel tahammül yeteneğine sahip bir kadın gibi…
Yorum Ekle