Dosya

Lale Devri’nin Görünmeyenleri, Bilinmeyenleri

BU DEVRİN GÖRÜNMEYEN YÜZÜNDE NELER YAŞANDI?
MESELA BİR SÜREDİR OSMANLI YÖNETİMİNİN YERLİ SANAYİİ TEŞVİK ÇABASINDA OLDUĞU NEDEN GÜNDEME GETİRİLMEZ?

Lale çılgınlığı, helva sohbetleri, kaplumbağaların üzerine mum dikerek geceleri bahçelerde gezdirme, ilk Türkçe matbaanın kurulması, bir erken aydınlanma çabası olarak değerlendirilebilecek olan ilk çeviri heyetinin kurulması ve çalıştırılması, ilk itfaiye teşkilatı olan Tulumbacı Ocağı’nın yeniçerilik bünyesinde tesisi, Sadabad eğlenceleri, cedvel-i sîmlerin kenarında gül yüzlü dilberlerin salınışları, Nedim’in şuh sesi, Pirizade Sahib Molla’nın İbn Haldun’un Mukaddime’sini tercümeye başlaması, meydan çeşmelerinin ve dahi suların İstanbul’da yeni bir letafet kazanarak çeşmeler ve sebillerde cıvıldayışı, Avrupa tarzı mobilyaların ve süsleme unsurlarının saray ve çevresine girmeye başlaması, çok yönlü bir bilim ve kültür adamı olan İbrahim Müteferrika’nın matbaanın tesisi uğruna sarf ettiği inanılmaz çabası, Şeyhülislam Yenişehirli Abdullah Efendi’nin esnek fetvaları, Surnâme’de gördüğümüz Levni’nin olağanüstü renklerinden damlayan altın suretler, Sümbülzâde Vehbi’nin mücevher tarih beyitleri, Patrona Halil’in bu kadar büyük bir memnuniyetsizlik dalgasını arkasına almakta gösterdiği başarı ve 40 güne yakın devlete hükümran oluşu ve nihayet feci sonu ile Sultan Birinci Mahmud’un devleti restorasyon çabaları…

Lalenin, Orta Asya’dan Hollanda’ya yolculuğunda en ziyade dinlendiği yerlerden biri, İstanbul olmalı. Plastik özelliğiyle renk ve bizim değiştirmekte eline kolay su dökülemeyen lalenin bakanı çarpıcı renkleriyle sarhoş eden özelliği, bir asırdır Lale Devri dediğimiz dönemin de karakterine damgasını vuracaktır. Bir rahatlama, keyif ve eğlenme devri ama aynı zamanda sonu pek kanlı biten bir başka çılgınlık: Patrona İsyanı ve sonrasında yaşananlar. Bu isyanı Ariel Salzmann “gülün laleye başkaldırısı” diye nitelendirmişti.

Öte yandan “acı çiçeği”dir lalenin bir başka adı. Yüzü kırmızıdır, çünkü içinde fokurdayan aşk ateşi (nâr-ı aşk) yüzüne vurmuştur. Ateş gibi yakıcıdır ve acıdan bağrı yanmış ve üstü başı yırtılmıştır. Gönlü yaralı bereli, elbisesi ise kanlıdır. Gamlıdır. Fakat lale yalnızca Hersekli Arif Hikmet’in dediği gibi, ayrılık acısının kanlı yarasını açtırmaz aşığın gönlünde; aynı zamanda ümit bahçesinde feyiz lalesini de açtırır;

Dağ-ı hu-geşte-i hicran degül sînemde
Açdı gülzâr-ı ümidimde kazâ lâle-i feyz.

Bu içi beni, dışı seni yakar çiçeğinin sevildiği, yüceltildiği, üzerine titrendiği dönemin de benzer bir karakter taşımasından daha tabii ne olabilir. Lale Devri de dışarıdan bakıldığında simli elbiseleriyle pek bir göz kamaştırır ama içine atf-ı nazar edildiğinde o yaralı bereli beşerî realiteyle yüz yüze gelinir. Kâğıthane’de helva sohbetleri ile mıknatıs üzerine oluşan merakın, “Lü’lü-i ezrak” (nar mızrağı) adlı lalenin binlerce altının eritici sıcaklığına bürünen hikâyesi ile Avrupa makine dokumacılık ürünlerinin piyasamızı sarsışının, İstinye’de bülbülleri “rayegân” dinlemeye koşan Nedim’in şuh gazelleri ile Doğubeyazıt’taki İshak Paşa sarayında kâtip olan Ahmed-i Hânî’nin Mem u Zin mistisizminin aynı dönem’de yaşandığı kuşku uyandırırsa da realitenin sert yastığı her zaman keyif vermez. Bizi düşünmeye davet eder.

Maalesef “düşünme, ezberle” diyen bir eğitim sisteminin Lale Devri’ni de bütün bu çelişkileriyle yansıtmasını beklemek safdillik olurdu. Charles Dickens’ın “Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü” tekerlemesinin sadece bir roman başlangıcı değil, zamanın bütün partiküllerinde geçerli bir röntgen filmi olduğunu bilmezsek tarihe yaklaşımımız her zaman çocuksu kalmaya mahkûmdur.

Lale Devri de diğer devirler gibi en iyi, diğer devirler gibi en kötü özellikleri barındıran bir döneme 20. yüzyılın başında bir şair (Yahya Kemal) ile bir tarihçinin (Ahmed Refik) elbirliğiyle koydukları isimdir. Yani Lale Devri’nde yaşayanlar Lale Devri’nde yaşadıklarını bilmeden yaşıyorlardı! İsim arkadan geldi genellikle olduğu gibi.

Şiir, müzik, sohbet, kadınların kamusal hayata açılmaları, israfın artışı. Binlerce midye kabuğunda yakılan kandillerin geceleri Boğazın akıntılarına bırakıldığı Çırağan safaları vs. Ancak bu devrin görünmeyen yüzünde neler yaşandı? Mesela bir süredir Osmanlı yönetiminin yerli sanayii teşvik çabasında olduğu neden gündeme getirilmez? Peki buna neden ihtiyaç duyulmuştu? Çünkü artık İngiliz, Fransız fabrika ürünleri gümrük duvarını aşıp iç piyasayı etkileyecek, Kapalı Çarşı esnafını yerli malını satamaz duruma düşürecekti. Çapı küçüktü ama Avrupa sanayileşmesinin ilk etkileri dalga dalga geliyordu. Bu tehlike karşısında Damat İbrahim Paşa dokumacılara, çini imalatçılarına vs. teşvik uygulamasını başlatmış, hatta bu amaçla Tekfur Sarayı’nı imalathane olarak onlara tahsis etmişti.

Öte yandan Lale Devri’nde bilimsel faaliyetlerde bir canlanma görülür. Nitekim İngiliz sefirinin hanımı Lady Montagu Türklerin Lale Devri’nde çiçek aşısını bulmuş olduklarını ama İngilizlerin bundan habersiz olduklarını Mektuplar’ında anlatır.

Öte yandan bu dönemde matbaanın kurulduğu ve Levni’nin tablolarında gördüğümüz gibi sanat anlayışında somuta yönelme eğiliminin başladığı söylenmelidir. İbrahim Müteferrika’nın matbaası ile paralel bir kültürel çiçeklenme, yine Damat İbrahim Paşa’nın başını çektiği tercüme faaliyetidir ki, bizde demokrasiden ilk bahseden kitabın yazarı da Müteferrika’dır. Tarih, coğrafya, sözlük, haritacılık gibi alanlarda basılan kitaplarla kısa süreli de olsa matbaanın faaliyete geçmesi Osmanlı/İslam dünyası açısından önemli bir değişimi haber vermektedir.

Sanatta somuta yönelme dedik, bunun belki de en çarpıcı örneğini, Üsküdar Rabia Gülnuş Sultan (İskele) Camii’nin yola bakan duvarına yapılan çeşmenin aynasındaki stilize değil, somut meyveler (tabakları dâhil) adeta mermerin üzerine “hakk” edilen resim arzusunu ele verir gibidir. Ancak bu ilginç çeşmede daha çarpıcı olan husus, somutun natürmorda giden yolda tabloda değil bir mermer zemin üzerinde, boyanarak değil, mermere işlenerek bir kavun ve kavunun üzerine saplanmış bir bıçağın, yani bir hareketin de görülmesidir. Böylece artık cenneti sembolize eden meyvelerden günlük hayatın bir parçası olan serinletici bir meyveye geçerken aynı zamanda onun beşerî tarafını vurgulayan bir eylemin de mermerin tenine yansıtılması gibi bir işleve bürünmüştür hakkâklık sanatı.

Velhasıl, Lale Devri bir kabuk değiştirme, bir dönüşüm ve bir iç hareketin oluşum dönemidir. Tıpkı lalenin renklerinin çarpıcılığı ile içini gözlerden gizlediği gibi Lale Devri de parlaklığıyla iç dünyasını bizden gizlemekte, daha soğukkanlı ve dikkatli bir yaklaşımı talep etmektedir.

Yazar Hakkında

Mustafa Armağan

Yorum Ekle