Bayram arifesinde Safranbolu’ya varmıştık, gece için kalacak bir yer sorunca, bize Müfide Teyze’nin konağını önermişlerdi. Müfide Teyze çoktan aşağıdaki kapının önüne inmiş bizi bekliyordu. Konak, üç katlı küçük bir Safranbolu eviydi. Eşi yıllar önce vefat edince o da pansiyona çevirmiş. Konağı sadece kendisi işletiyor, güvenemediği için de yardımcı tutmuyormuş. Oda fiyatları diğer havalı turistik pansiyonlardan çok daha uygun. Üstelik diğer konaklarda gecelik fiyat uçup gitmişken… “Biz sabah oyalanmamak için kahvaltı almayız.” dedik. “Bayram sabahı dünyada bırakmam sizi kahvaltısız.” diye tutturdu. Böylece sabah güzel bir bayram kahvaltısı ve tatlı sohbete konmuş olduk. Müfide Teyze, kilitli sandık hikâyesini kahvaltıda anlatmıştı. Eskiden, şimdi otel olarak kullanılan Cinci Han’ın en üst katında sandık odaları varmış. Aileler bu küçük, hava alması için pencere niyetine ince uzun bir yarığı olan karanlık odalara kıymetli eşyalarını depolarmış. Kocaman demir anahtarlarla açılırmış sandıklar, aşağıdaki kapıda bekçi beklermiş. Müfide Teyze de küçükken “bankaya” giden anneannesine eşlik edermiş.
YEMEK ARARKEN…
Kahvaltı sonrasında hep beraber sofrayı topladık ve kahve için pencere önündeki sedire yerleştik. Biliyorsunuz, cumbanın ve sedirin mantığı, sokağı rahatça izleyebilmek. Müfide Teyze, tam karşıdaki hamama bakarak kendi gelin hamamını ve kınasını anlattı. Ama benim aklım bambaşka bir hikâyeye kaydı o sırada: Hiperaktif bir dedem var benim, 7’si ile 70’inde de aynı olan. Haşarı, küçük bir çocukken yaz aylarında sırasıyla önce Bartın’a sonra da Safranbolu’da semercilik yapan bir ahbaplarına yollarlarmış dedemi. “Bartın’daki halalarımda sabırları tükeninceye kadar sırayla kalır, sonra da Safranbolu’ya gönderilirdim.” diye anlatırdı. O -hepsi de çok uslu olan- Safranbolu çocuklarını döver, eşeklerin kuyruklarını birbirine bağlar, dere yatağındaki atölyelerde gezinir, köpeklere taş atarmış. Bu günlerden birinde, kaldığı ailenin genç kızı Hatice’nin düğününe denk gelmiş. Düğün öncesinde gelin hamamı için Müfide Teyze’nin bahsettiği hamama gidilecekmiş. Eşya ve yemek taşımaya yardım etsin diye 8-10 yaşlarındaki dedemi de yanlarına katmışlar. Ama o hengâmede karnını doyurmayı unutmuşlar. O da içeriye taşınan yemek tepsilerine bir göz atmak için bir peştamala sarınmış ve önce nefesliğe, sonra da sıcaklığa süzülmüş. İçeride kadınlar maniler söyleyerek göbek taşına oturtulmuş gelinin etrafında dönüyorlarmış. Yemek peşindeyken onların tam ortasına düşmüş.
PABUCU DAMA ATILMAK
Müfide Teyze’yle vedalaşıp sokağa çıkınca da başka hikâyeler dinledik: Safranbolu arastasında malları kontrol etmesi için bir “bey” atanmış. Görevi malını kalitesiz üreten, kararlaştırılan fiyattan yükseğe satan, müşteriyi dolandıran, kurallara uygun davranmayan esnafı bulup uyarmak, gerektiğinde cezalandırmakmış. Kendine yedi adet yardımcı seçmiş, hepsi esnaftan olan bu yedi yardımcının birbirinden haberi yokmuş. Böylece arastada hızlıca ve gizlice tespit yapılabiliyormuş. Cezalar arasında günlük dükkân kapatma, para cezası varken, cezaların muhtemelen en büyüğü, dükkân sahibine arasta kahvesine girme yasağı verilmesiymiş. Sabah akşam toplanılıp günlük işlerin, devlet meselelerinin konuşulduğu, sohbetlerin yapıldığı bu kahveye girememek en büyük sosyal cezaymış. Bu cezayı alan dükkân sahibi tasını tarağını toplayıp başka yere gitse daha hayırlıymış. Ayakkabıcıların çarşısındaki uyarı niteliğindeki ceza ise bakın neymiş: Kalitesiz ayakkabı satıldığı tespit edilen ayakkabıcının ürettiği bir ayakkabı, herkesin gözü önünde dükkân sahibinin çatısına atılırmış. “Pabucu dama atılmak” deyimi de buradan gelmiş.
TÜRK EVİNİN ŞİFRESİ
Sonuç olarak Safranbolu geleneklerinin izini gerek sosyal ilişkilerde gerek mimari detaylarda sürebilirsiniz. Birçok mimari detayın çıkış noktası zaten sosyal konularda gizli. Parası olup da konağının avlu duvarına çeşme yaptıran ailenin, duvarın sokak tarafına da halk için musluk yaptırması mesela. Avlu ve cumba da zaten başlı başına bir mahremiyet arayışı. Meraklı gözlerden uzak, güven içinde yaşamak… Ya da konak odalarındaki dolap-banyolar; her yatak odasında bir şömine-ocak, ocak yanındaki dolabın içinde hamam dolabı denen duş var. Şimdiki ebeveyn banyosu gibi… Bir görsel harika olan UNESCO korumasındaki Safranbolu, bugüne dek süregelen gelenekleri, sosyal yaşamı ve bunların hikâyeleriyle de çok zengin. Meraklı kulakların esnafla ve yerel ailelerle sohbet edip, biraz yan masalara da kulak kabartması, bir köşeye oturup, etrafı gözlemlemesi yetiyor insana. Öyle değil mi?
Yorum Ekle