Fotoğraf

“Otoportreye Çağdaş Dokunuşlar” Üzerine

Yazar: TR Dergisi

Sanatçı ve objesini aynı karede birleştiren Beni Bul adlı sergide, sanatçıların dünyaya bakış ve algılayışlarını fotoğraf üzerinden yorumladıkları işler bir araya geliyor.

ŞAİR, YAZAR VE FOTOĞRAF SANATÇISI: MERİH AKOĞUL

Sanatçı ve objesini aynı karede birleştiren Beni Bul adlı sergide, sanatçıların dünyaya bakış ve algılayışlarını fotoğraf üzerinden yorumladıkları işler bir araya geliyor.

Otoportre, portrenin bir alt dalı olarak özellikle resim ve fotoğraf sanatlarında sıklıkla tasvir edilir. Burada verilen poz ile resmeden sanatçı arasındaki bakış tek noktadan gerçekleşir. Kendini başka bir gözle göremeyen ressam, varlığını olduğundan daha çok düşünerek resmini tamamlamaya çalışır. Önceki çalışmalarının aksine, nerede duracağını yani son fırça darbesini ne zaman vuracağını daha iyi bilir.

Otoportre, ressamın resimde kurgulanmış olan “bir başına olma” eylemidir. Bu durumda, bir modelin resmin yapılış sürecinde sağlayacağı avantajların hiçbirine sahip değildir. Var olan uzayı tek başına değerlendirme durumunda kalacaktır. Bugüne kadar sanatını kendi dışındaki objelerle göstermeye çalışan sanatçı, şimdi kendi yüzü ve bedeni üzerinden yeni keşiflere doğru yola çıkacaktır. Bu durum kendini çeken fotoğrafçı için de pek farklı değildir. Süreç içinde fotoğrafçıdan modele dönüşecek olan kahramanımız, bu kez kendi görüntüsünün sınırları içinde en iyiyi yapmaya çalışacaktır.

Fotoğrafçı asla fotoğrafın nerede bittiğini ve modelliğin nerede başladığını bilemeyecektir. Belki de fotoğrafçılar, kendi varlıklarını test etmek ve o güne kadar sakladıkları egolarını görünür kılmak için otoportrelerini çekerler. Fotoğrafçıların otoportrelerini çekmeleri, çekecek model bulamamalarından değil, kendi ustalıklarını verecekleri pozla birleştirip kendi suretleri üzerinden hatırlanmak istemeleriyle ilintilidir. Sanatçı, yapıtını üretene kadar yapayalnızdır ve dünyanın da bunu bilmesini ister.

Robert Cornelius’un 1839 yılında çektiği portresi, fotoğrafta ilk otoportre olarak tarihe geçmiştir. Man Ray, André Kertész gibi dünyaca ünlü fotoğrafçıların da sayısız otoportreleri vardır. Ülkemizin otoportre tarihine resim üzerinden hızlıca göz attığımızda sayısız örneklerin olduğunu görürüz. Bunların kimi stüdyolarda kimisi de dış mekânlarda çekilmiştir. Cumhuriyet Dönemi’nin önemli fotoğrafçılarından Othmar Pferschy’nin 30’lu yıllara ait otoportreleri ilk örnekler olarak dikkat çekmektedir. Şinasi Barutçu’nun meşhur otoportresi, çektiği tüm fotoğraflardan daha çok hatırlanmaktadır.

Günümüzün çağdaş sanatçıları da objektiflerini kendilerine doğrultmaktan ve gerçekleştirdikleri performansların kahramanı olmaktan da büyük haz duymaktadırlar. Otoportrelerde sıklıkla portre ve yüz olmak üzere bedenin bir parçası, farklı malzemeler üzerindeki yansımalar, bırakılan izler ve sanatçının gölgesi yer alır. İfade yüzün sonsuz olanaklarını sergiler, çünkü her mimiğin psikolojik bir karşılığı vardır. Fotoğrafçının kendisini yansıtma biçimine göre, izleyici de yapıt karşısındaki duruşunu belirler.

 

Sanatta önemli olan kalmaktır. Sanat tarihi içinde sözü edilen sanat yapıtlarının tümü, birçok engeli aşarak bir biçimde günümüze kadar gelmiş eserlerin arasından çıkmaktadır. Bazen sanatçının gözlemci olarak objeleri üzerinden sanatını yapması yeterli olmaz. Sayısız yapıta imza atan ve çevresinde hayranlık uyandıran kişi bile olsa, ismiyle birlikte kendi görüntüsünün de tarihe kalmasını ister.

Yaşadığımız günlerin en önemli özelliği teknolojinin altın devrini yaşıyor olmasıdır. Kaliteli fotoğraf çekmesi ve görüntüyü iletmesi, başta cep telefonları olmak üzere tüm mobil cihazların ana işlevi olmuştur. Bu biçimde, günlük yaşamın gereksinimlerinin fazlasını karşılayan gelişmiş dijital fotoğraf makineleri ve mobil aygıtların varlığıyla insanlar objektifi kendilerine daha fazla yöneltmeye başladılar. Bu biçimde “selfie” üzerinden kendileriyle yüzleşen insanlar, ideal açılarını bulma yarışına girdiler.

Çeken ve çekileni, yani sanatçı ve objesini aynı karede birleştiren bu sergide farklı fotografik eğilim ve yaklaşıma sahip olan sanatçıların fotoğraf makinelerini iç dünyalarına bedenleri ve suretleri üzerinden doğrulttukları, dünyaya bakış ve algılayışlarını felsefe, psikoloji, sosyoloji ve sanat üzerinden sorguladıkları ve fotoğraf üzerinden yorumladıkları işler, Beni Bul başlığı altında bir araya geliyor.

“Sanatçı, yaşamla olan arakesitte yapıtlarını üretir. Otoportre çekmek, aslında sanatçının benliğiyle oynamasıdır. Fotoğrafı çeken ve poz veren kişi, aynı noktada buluşur ve sonra da ayrılırlar. Geriye kanıt olarak yalnızca yapıt kalır. Roland Barthes, fotoğrafın başyapıtlarından Camera Lucida kitabında, portre fotoğrafını bir ‘kapalı kuvvetler alanı’ olarak yorumlar ve fotoğrafçı ile modeli arasındaki ilişkiyi başarılı bir biçimde özetler. Sanatçının kendine doğrulttuğu makinenin narsisizmini körüklediği ve egosunu okşadığı kaçınılmaz bir gerçektir. Bu noktada model ile fotoğrafçı, birbiriyle düello yapan iki rakip gibidir. Aynı zamanda koca bir sanat tarihi de hemen yanı başlarında bilirkişi olarak pusuda beklemektedir. Beni Bul sergisi, özetle fotoğraf sanatı üzerinden sanatçıların kendilerini arayışları ve buluşlarının görsel bir öyküsüdür.

Beni Bul Otoportreye Çağdaş Dokunuşlar

Küratör: Merih Akoğul

Akbank Sanat (Beyoğlu-İstanbul) 29 Temmuz 2017’ye kadar

Katılan Sanatçılar: Deniz Açıksöz, Burcu Aksoy, Kezban Arca Batıbeki, Sadık Demiröz, Ahmet Elhan, Ahmet Öner Gezgin, H-art Collective, Gül Ilgaz, Hüseyin Işık, Balkan Naci İslimyeli, Ali Kabaş, Çerkes Karadağ, Yonca Karakaş, Şahin Kaygun, Sıtkı Kösemen, Şükran Moral, Yıldız Moran, Levent Öget, Ferhat Özgür, Aleksi Petridi, Erhan Şermet, Rıza Aydan Turak, Cem Turgay, Muammer Yanmaz.

 

Yazar Hakkında

TR Dergisi

Yorum Ekle