Edebiyat

POLİSİYE EDEBİYATININ BAŞKENTİ İSTANBUL

Edebiyat âleminde fenomene dönüşen Kara Hafta, ilk kez Türkiye’de düzenlendi. Dünyaca ünlü polisiye yazarlarını buluşturan etkinlik, Agatha Christie’ye ilham veren İstanbul’un gizemli atmosferine çok yakıştı.

İstanbul’un yağmurlu, serin ve edebiyat kokan sonbahar akşamları muhteşem bir etkinliğe ev sahipliği yaptı: Black Week Turkey. İngiliz yazar Agatha Christie’nin 125. doğum günü şerefine Pera Palas’ta düzenlenen Kara Hafta (Black Week) etkinliğine 2 bin 500’e yakın polisiye edebiyat okuru katıldı. Doğu Ekspresi’nde Cinayet isimli meşhur romanını İstanbul’da yazan Agatha Christie’nin torunu Mathew Prichard’ın onur konuğu olarak katıldığı etkinlikte iş, sanat ve edebiyat dünyasının önde gelen isimleri de boy gösterdi.

İLK KEZ TÜRKİYE’DE
Dünya çapında ‘‘Kara Hafta’’ adıyla düzenlenen polisiye edebiyat festivali, ilk kez Türkiye’ye geldi. 1988’de İspanya’nın kuzey bölgesindeki Gijon ve Astruias şehirlerinde başlayan festival, her sene Avrupa’nın farklı şehirlerine ve Güney Amerika’ya da konuk oluyor. Polisiye okurlarının buluşma noktası hâline gelen etkinlik, İstanbul’un büyülü havasıyla buluşarak unutulmaz bir atmosfere kavuştu. Agatha Christie’nin 125. doğum gününün şerefine İstanbul’da düzenlenen Kara Hafta’da, Avrupa ve Amerika’dan gelen misafirler, Türk polisiye roman yazarları ve edebiyatseverler keyifli anlar yaşadı. Davetli yazarlar arasında İskoçya’dan Alexander McCall Smith, Amerika’dan Leslie S. Klinger, İsveç’ten Arne Dahl, İtalya’dan Roberto Constantini yer alırken Türk polisiye edebiyatının başlıca yazarlarından Ahmet Ümit, Algan Sezgintüredi, Celil Oker, Erol Üyepazarcı, Esmahan Aykol ve Sevil Atasoy da etkinliğe katıldı. Etkinlikte polisiye edebiyatının başta gelen konularından “Kadın Detektifler”, “Katilin Peşinde”, “Agatha Christie: Suç ve Ceza”, “Popüler Bir Tür Olan Polisiye” ve “Roman Kahramanı Olan Detektif” söyleşileri işlenirken, Beyoğlu’ndaki seçkin kitabevlerinde düzenlenen imza etkinlikleri de festivale renk kattı.

Büyükannesi hakkında önemli biyografiler hazırlayan ve ondan miras kalan kütüphaneye ev sahipliği yapan Mathew Prichard, Agatha Christie hakkında bilinmeyenlerden bahsetti. Ünlü yazarın romanlarında kurbanlarını genelde zehirleyerek öldürdüğünü belirten Prichard, kendisinin suç ve ceza kavramlarına çok önem verdiğini ifade etti. Aynı oturumda yer alan Sevil Atasoy, Christie’nin Birinci Dünya Savaşı sırasında hemşirelik yaptığını, bu nedenle toksikoloji bilgisinin çok gelişmiş olduğunu ve romanlarında zehirleme temasını bu denli profesyonelce işleyebildiğini söyledi. Moderatörlüğü Çiğdem Öztekin’in yaptığı oturumda söz alan Prichard ve Sevil Atasoy’un Agatha Christie hakkında verdikleri bilgiler, polisiye roman severlerin hayal dünyasını aydınlattı. Romanları tüm dünyada büyük bir iLgiyle takip edilen başarılı yazarın roman yazmaya başlamasının ise yine bu yıllara dayandığını belirten Atasoy’un anlattığı hikâyeye göre, Birinci Dünya Savaşı sırasında kız kardeşi Madge ile mektuplaşan Christie, kız kardeşinden bir mektup alır. Madge, mektubunda kız kardeşinden bir detektif kitabı yazmasını ister. Bu istek üzerine 1920 yılında ilk kitabı olan Ölüm Sessiz Geldi’yi yayımlayan Christie, yazarlık dünyasına ilk adımını atar.
Dünya polisiye edebiyatının en önemli ismi olan ve Dedektif Hercule Poirot’un yaratıcısı olan Agatha Christie, “Yirminci Yüzyılın Gizemli Romanlar Yazarı” seçilmiş, bu unvanla Shakespeare’den sonra kitapları en çok satılan kişi olarak tarihe geçmiştir. Poirot dışında Miss Marble karakterini de polisiye edebiyata kazandıran Christie, dünya çapında pek çok yazara da ilham kaynağı olmuştur. On Küçük Zenci, Gece Gelen Ölüm, Dersimiz Cinayet, Sessiz Tanık, İskemlede Beş Ceset gibi önemli dedektiflik hikâyelerine hayat veren Agatha Christie aynı zamanda Mary Westmacott takma ismini kullanarak yazarlık kariyerine farklı renkler eklemiştir.

411 NOLU ODA
Dünyanın gelmiş geçmiş en önemli polisiye yazarlarının başında gelen Agatha Christie’ye bu ünü kazandıran romanları bugüne dek 138 dile çevrilerek toplamda 2 milyar adet satılmış ve ona dünyanın en çok satan yazarı unvanını kazandırmıştır. En çok bilinen kitaplarından Doğu Ekspresi’nde Cinayet adlı romanını İstanbul’da yazması, onun için İstanbul’u çok farklı bir yere taşıyor. 1926 ve 1932 yılları arasında pek çok kez Pera Palas’ta konaklayan Christie, bu ziyaretlerinden birinde 411 nolu odada kalmış ve Doğu Ekspresi’nde Cinayet romanını bu odada yazmıştır. Dünyanın en lüks tarihî oteli olarak seçilen Pera Palas’ın büyülü havası Christie’ye ilham vermiş ve bu başyapıtın doğmasına vesile olmuştur. Agatha Christie’nin dışında Ernest Hemingway, Greta Garbo, Mata Hari ve Sarah Bernhardt gibi dünyaca ünlü birçok kişiye ilham vererek ev sahipliği yapan İstanbul, dünya klasiklerineilham olması yönünden farklı bir önem taşımaktadır. Hayatının en zorlu dönemlerini geçirirken kendini İstanbul’a atan Agatha Christie burada iyileşme sürecine girmiş ve kendini toparlama fırsatı bulmuştur. Irak ve Suriye’de arkeolog olarak çalışan ikinci eşi Max Mallowan ile mutlu günlerine burada başlayan Christie için İstanbul’un yeri hep ayrıydı. Agatha Christie ile İstanbul’u tekrar ortak noktada buluşturan ancak gizemi hâlâ çözülemeyen olay ise ünlü yazarın ortadan kaybolduğu 11 gündür. 1926 yılının Aralık ayında birdenbire sırra kadem basan yazarın bulunamaması İngiliz basınında büyük yankı bulmuştu. Hafızasını kaybettiği ya da kocasının sevgilisini öldürmek için ortadan kaybolduğu söylenen Christie’nin o günlerde nerede olduğu hâlâ büyük bir sır olarak durmaktadır. Ancak bu süre içinde kendisinin İstanbul’da kaldığına inanılır. Açılış etkinliği de dâhil üç gün boyunca edebiyat tutkunlarına büyülü bir şölen yaşatan Kara Hafta İstanbul etkinlikleri, ünlü polisiye yazarlarının Beyoğlu’ndaki kitabevlerinde kitaplarını imzalamasıyla sona erdi. Hem de İstanbul’u polisiye edebiyatın başkenti ilan ederek…

PERA, AGATHA İÇİN BAMBAŞKAYDI! Mathew Prichard (Agatha Christie Vakfı’nın Başkanı)
İstanbul ve Pera, büyükannem Agatha Christie için çok önemliydi. Çünkü Suriye’de arkeolog olan ikinci eşiyle evlenmesinin ardından bu şehir, ikisi arasında bir köprü görevi görüyordu. Hayatının en mutlu günlerine burada başlayan Christie için İstanbul’un yeri bambaşkaydı. Agatha’nın ilk romanı Ölüm Sessiz Geldi adını taşıyordu. O, bu kitabı Birinci Dünya Savaşı’nın en zorlu günlerinde yazmıştı. O dönemde bir hastanede hemşire olarak çalışan büyükannem, yumurta kafalı ve çok tuhaf sakalları olan Belçikalı bir mülteciden ilham almıştı. Böylece edebiyatta ve sinemada Belçikalı meşhur bir dedektifi olan Hercule Poirot karakteri doğdu. Büyükannem yazarlığa başladığı ilk yıllarda, yazdıklarının başarılı olduğunu düşünmüyordu. Ancak savaş sonrasında paraya ihtiyacı olduğu için yazmaya devam etti. Profesyonelliğe olan bağlılığı ve zekâsı sayesinde dünya çapında başarı yakaladı. Onun için “suç ve ceza” kavramları hep ilk sırada gelmekteydi. Özellikle Doğu Ekspresi’nde Cinayet ve On Küçük Zenci romanlarında işlediği suç ve adalet olgusu kendisinin bu değerlere verdiği önemi göstermekteydi. 30’lu yaşlarıma geldiğimde onu kaybetmenin acısını yaşadım. Agatha, müziğe çok düşkündü. Ayrıca aile kurumuna önem veriyordu. Belki de bu sebeple aramızdaki ilişki hayatımda büyük bir yer kaplıyordu. Büyükannem için çok önemli olan İstanbul’da ve özellikle onun kaldığı odayı görmekten dolayı büyük mutluluk duyduğumu belirtmeliyim.

HABİL İLE KABİL’E UZANIYOR Ahmet Ümit (Yazar)
Öncelikle Kara Hafta İstanbul’un fikir sahiplerinden biri olarak, bu organizasyonu Türkiye’de görüyor olmaktan dolayı çok mutlu olduğumu belirtmeliyim. Yoğun bir katılıma sahne olan programın son gününde konumuz, “Roman Kahramanı Olan Dedektif”. Ama ben filmi biraz daha geriye sarıp bu edebiyat türünün kökenine uzanmak istiyorum. Polisiye edebiyatın geçmişi aslında Edgar Allan Poe’nun 1841’de yazdığı Morgue Sokağı Cinayeti’ne değil, Tevrat’taki Habil ile Kabil hikâyesine kadar dayanıyor. Edebî eserlerde geçen Sofokles’in Kral Oedipus’u, Shakespeare’in Hamlet ve Macbeth’i öldürmesi, temel olarak suçu anlatır. Polisiye yazarları eserlerinde “suçu” işler. Suç, matematikteki bilinmezliğe açıklama getirmez. Polisiye edebiyatının misyonu, insan ruhunu anlatmaktır. İnsan ruhu soyut ve değişkendir. Hiç kimse insan ruhunu tanımlayamaz, gösteremez ya da belirleyemez. Bu nedenledir ki hiç kimse tam anlamıyla kendini yansıtamaz. İnsanların her birinin maskesi vardır. Bunlarsadece kriz anında düşer. Herkesin maskesinin düştüğü anlar, cinayet anlarıdır. Cinayet romanlarında da maskeler düşürülerek insan ruhunu anlatmak amaçlanır. Teknoloji geliştikçe de bu kurgu daha sofistike hâle geliyor. Teknoloji geliştiği için de polisiye edebiyatının sonu gelmez. Tarih boyunca polisiye yazarları cinayeti matematik, ekonomik, psikolojik ve tarihî zeminlere katmışsa bizler de farklı temellere dayandırabiliriz. Belki adli tıp ya da bilim kurguyla suçu ilişkilendirebiliriz. Aslında doğru şartlar oluştuğu sürece her insan cinayet işleyebilir. Suç, insanın içinde olduğu için her zaman, herkes için bu ihtimal vardır. Bu nedenle polisiye roman hep devam edecektir. Suç kavramını işleyen polisiye yazarları bu sayede insan ruhunun derinliklerine inmiş oluyor. Özellikle polisiye edebiyat yazarlarının roman ya da öykü kahramanlarına kendilerinden mutlaka bir şeyler kattıklarını düşünüyorum. Açıkçası ben de kendi hayal dünyamı roman karakterlerime yansıttığımı itiraf etmeliyim. Suç olgusu, bir toplumun sosyolojik yapısını yansıtan en önemli faktörlerden biri. Buradan hareketle polisiye edebiyat sayesinde o toplumun yapısı hakkında pek çok fikir elde edilebilir.

İSTANBUL POLİSİYE EDEBİYAT İÇİN HARİKA BİR ŞEHİR! Alexander McCall Smith (Yazar)
Polisiye kurgu romanları, çağdaş ve klasik polisiye romanlarına göre daha zengindir. Klasik polisiye romanları ölümün kurgusu ve tanımı açısından daha klasik temellere dayanır. Bu durum, suç romanlarında çok daha farklıdır. Ölümün kurgusu ve tanımı açısından polisiye kurgu romanlarında betimleme daha zengin ve ilgi çekicidir. Kendi ülkemden örnek verecek olursak İskoç okurlar, alışık olmadıkları mekânlarda işlenen olayları okumayı ve çözmeyi daha çok severler. Bu nedenle de İskandinav edebiyatı İngiltere ve İskoçya’da oldukça popülerdir. İskandinav şehirlerinin polisiye romanlarda bu denli kullanılmasının sebebini sahip oldukları gizemli havanın etkisine bağlıyorum. Bu anlamda İstanbul’un polisiye edebiyat için harika bir şehir olduğunu düşünüyorum. Bu kentin sahip olduğu atmosferin edebiyatseverler için inanılmaz derecede ilgi çekici olduğunu söylemem gerek. Polisiye romanlar için mekânın yanında, işlenen tesadüfi sosyal olaylar da kurguyu geliştiren önemli faktörler arasındadır. Özellikle karakter farklılıkları, kurbanın olay yerine geç kalması, oradan geçen bir kişi gibi tesadüfi olaylar, polisiye kurgu romanlarını zenginleştirir, kurguyu daha da karmaşıklaştırır. Bu sayede de polisiye; siyasi, sosyal ve ekonomik yönlerden geliştirilmiş olur. Polisiye yazarları mutlaka karakterlerine kendilerinden bir şeyler katarlar. Aynı zamanda yaşadıkları dönemin sosyal ve politik durumunu yansıttıkları için gelecek nesillere o dönemle ilgili çok fazla bilgi verirler.

Yazar Hakkında

Zeynep Yeğiner

Yorum Ekle