Türk resim sanatının önemli isimlerinden Devrim Erbil, 1955 yılında öğrenci olarak girdiği Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesinden 2004 yılında profesör unvanıyla ayrıldı. Bu yarım asırlık zaman diliminde ortaya koyduğu eserlerini, Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi’nde açtığı Akademide 50 Yıl adlı sergisinde sanatseverlerin beğenisine sunan ilk Türk ressam oldu. Ona göre sanatı sadece bir tuvale sığdırmak mümkün değil. Bu bağlamda sanatçı sadece resim değil, baskı, marküteri, mozaik, seramik, vitray ve halı resimler de yapıyor. “Resmin Şairi” olarak tanınan sanatçının, sanatla yolu ilkokul yıllarında şiir yazmaya başlamasıyla kesişmiş. Ortaokul döneminde resimle tanışan Erbil, “Nefesim tükeninceye kadar sanatçı olarak çalışacağım.” diyor.
■ Yarım asrı geride bıraktığınız sanat hayatınızdan bahsetmenizi istesek neler söylersiniz? İlkokul yıllarınızda edebiyatla ilgilendiğinizi biliyoruz. Resme olan ilginizi ne zaman ve nasıl fark ettiniz?
79 yaşında olduğumu göz önüne alırsak, sanat yaşamımın başlangıcı için 50 yıl geriye gitmek yeterli olmuyor. Sanırım ne kadar geriye gidersek o kadar iyi olacak. Ben de her çocuk gibi ilkokula başlamadan önce resim yapardım. Tabi ki o yıllarda resmin özel bir alan olduğu aklıma gelmiyordu. Çünkü resim ya da sanat nedir? Bilme imkânım yoktu. İlkokulu Balıkesir’de okudum. Kitaplar, edebiyata olan ilgimi yoğunlaştırdı. İçimdeki sanata olan hassasiyet, şiir olarak ortaya çıktı. Şiir ve öyküler yazmaya başladım. Hatta ilkokulda kompozisyon yarışmasına katıldım ve derece aldım. Bir yandan resim de yapıyordum; ama iyi resim yaptığımın farkında değildim. Ortaokul yıllarımda hocalarım benim yeteneğimi keşfettiler ve ben o günden sonra tutkulu bir sanat delisi oldum. Sürekli resim yapıyorum; edebiyatla uğraşıyorum. Yazı hep hayatımda; ama şiir o yıllarda kaldı.
■ Akademi yıllarınıza ve hayallerinize değinmenizi istesek neler söylersiniz?
Bugünkü Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesinin o dönemdeki adı İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisiydi. Akademiye girdiğimde tek hayalim sevdiğim işle uğraşmaktı, o da resimdi. O dönemde Türkiye’de devlet sanatçısı olmak gibi bir kavram dahi yoktu. Aynı zamanda resimlerin satılması da söz konusu değildi. Yurt içinde ve yurt dışındaki müzelerde eserlerimin yer alması aklımda gelmezdi. Zamanla Türkiye’de çok şey değişti ve ben hayallerimde bile ulaşamayacağım bir konuma geldim. Akademiye geldiğimde hem hayatımı kazanmak hem öğrencilik yapmak hem de mesleğimde gelişmek gibi gerekliliklerle karşı karşıya kaldım. O dönem kendimden fedakârlık ettim. Rahmetli babam bana hep “Öbür dünyada bedenin senden şikâyetçi olacak.” derdi. Sabah erkenden kalkıp okula gidiyordum. Ondan sonra da gece yarısına kadar çalışıyordum. Fuarlarda çalıştım, demiryolunda işçilik yaptım. Bir yandan da ödevlerim oluyordu ve onları yapmaya gayret ediyordum. Yurda gece 03.00’te dönebiliyordum. Kısacası hayatım hep çalışmakla geçti.
■ Devrim Erbil, sanat hayatı boyunca neler yaptı?
“Şu hedefime ulaşayım sakin bir hayat yaşayacağım.” diyorum. Sonra bir bakıyorum, başka bir sorumluluk daha almışım. Emekli olduğumda daha rahat edeceğimi düşünüyordum; ama işlerim iki-üç kat daha arttı. Üniversitelerde ders veriyorum, yurt içinde ve yurt dışında sergiler yapıyorum, konferanslar veriyorum. Bir dönem İstanbul Resim Heykel Müzesi Müdürlüğü de yaptım. Akademide olduğum sürede de sanat dergileri çıkardım ve “sanat bayramları” denen kültürel etkinliklerin başında hep ben vardım. Çok şükür ki buna enerjim yetti. Nefesim tükeninceye kadar sanatçı olarak çalışacağım. Bir sergim devam ederken bile bir başka yerde sergim açılabiliyor. Kentler için de projeler yapmayı istiyorum. Bu bağlamda Gaziantep’le ilgili belediye başkanıyla paylaşacağım önerilerim var. Çocuklar üzerine ve Balıkesir’de bulunan Devrim Erbil Çağdaş Sanat Müzesi ile ilgili projelerim de bulunuyor. Balıkesir’deki müzede sadece benim resimlerim değil, yakın arkadaşlarımın ve birçok ünlü Türk ressamın bağışladığı yaklaşık 200 eser sergileniyor. Bir de vakıf kurdum. Bu benim en büyük hayalimdi. Ayrıca Türkiye’de en çok sergi açan sanatçıyım. Bu konuda yurt dışında da iddialıyım, her yıl farklı ülkelerde üç-beş tane sergi hazırlıyorum. Dünyanın her yerinde sergilerim açılıyor. Özellikle yurt dışında sergi açmayı, tanınmak ve tanıtmak bakımından önemsiyorum. Gittiğim ülkelerde Türk sanatını anlatıyorum. Yabancı basında tam sayfa yer aldığım oluyor. Bunlar beni hem sanatçı olarak hem de Türk kültürüne hizmet eden biri olarak mutlu ediyor. Sanat, hiçbir zaman bir tuvalin boyutları içine sığmaz. Bazıları bununla yetinebilirler; ama ben sanat yaygınlaşsın istiyorum.
■ Sanat hayatınıza başladığınız zamandan gününe kadar üslubunuzda farklılıklar oldu mu?
Üslup olarak eserlerimde ortak bir payda var; ama kendi içinde farklılıklar tabi ki oluyor. Öğrencilik yıllarımda yaptığım eserle son resmimin bir olması beklenemez. Çünkü sanatçı da çağ da değişiyor. Resme her dönemde farklı unsurlar giriyor. Sanatta şöyle bir şey var: Kendi özüne sadık kalmak. Ben bunu yapıyorum, bu da benim özüme olan saygım. Bir esere uzaktan bakıldığında “Bu bir Devrim Erbil resmi” deniliyorsa tamamdır.
■ Bedri Rahmi ekolü, sizin sanatınız üzerinde nasıl bir etki yarattı? “Anadolu’dan gelen sergi tekliflerine hayır diyemiyorum.” “Sanatımı Anadolu’dan topluyorum.” diyorsunuz. Sanat hayatınızda Anadolu’nun yerine değinir misiniz?
İnsan, doğal olarak bu toprakların kültürel yapısından ve değerlerinden etkileniyor. Burada yaşayıp da Anadolu’dan etkilenmemek mümkün değil. Ama sanatçı olarak Anadolu’dan bilinçli olarak etkilenmemde Bedri Rahmi’nin payı büyüktür. Sanat eğitimim içerisinde hocalarımız bize Batı kültürünü empoze ederken, Bedri Rahmi bizleri Anadolu’ya ve farklı kültürlere bakmaya yönlendirdi. Bedri Rahmi bize hem Anadolu’yu tanıyıp sevmemizi hem de halı sanatı üzerinde durmamızı öğretti. Biz bunu biraz daha ileri götürdük ve Anadolu’nun kültür değerlerinden yola çıkarak sanat yaptık. Biz Anadolu’nun ve farklı kültürlerden gelen değerlerin toplamını kendimizden saydık ve onların mirasçısı olarak onlar üzerine yoğunlaştık.
■ Bu duruma paralel olarak da halı resimlerine yoğunlaştığınızı söyleyebilir miyiz?
Halı resimlere çok önem veriyorum. Çünkü halı, insanlığa Türklerin armağan ettiği bir tekniktir; Anadolu kültürünün bir parçasıdır. Batılı sanatçılar, çeşitli tekniklerle halı resimleri yaparken biz niye yapmayalım? Benim Balıkesir’de bir halı atölyem var. Ayrıca 25 eserlik bir ipek halı projem de var. Anadolu’da halı yapılan her yer, halının merkezidir. Uşak da bunlar biri. Baba tarafım Uşaklı. Bu nedenle Uşak Belediyesine “Gelenekten Çağdaşa” adlı halı-kilim resim müzesi açılması ile ilgili önerim olmuştu. Kabul edildi ve şimdi orada benim de eserlerim yer alıyor. Halı sanatı artık canlandırılmalı. Büyük sergiler yapmayı, onu bütün dünyada dolaştırmayı planlıyorum. En az resimlerim kadar onların da ilgi çekici olduklarına inanıyorum.
■ Eserlerinizde mavi, İstanbul ve kuşlar önemli bir yer kaplıyor. Bu kavramlar sizin için neden önemli?
Bir kere psikolojik etkileri olan mavinin İstanbul’dan kopamayan bir yanı var. İstanbul’da Mavi Cami bulunuyor. Ayrıca göğü mavi, çinileri mavi… Özellikle de turkuaz mavi İstanbul’a çok yakışıyor. Turkuaz, yeşil bir mavidir. Ben ona biraz da ultramel katıyorum ve adına “Devrim Erbil mavisi” diyorlar. Zaten İstanbul’da yaşayıp da onu çizmemek mümkün değil. Kuşlar ise hayatın ritmidir. Onların kanat çırpışları, bir ritim geliştirir; o da hayatın akışını gösterir. Hayat ritimdedir. Yaşamın tümü, kanat seslerindeki ritimdir; kanat çırpmaların getirdiği sestir, müziktir.
■ Genç sanatçılara örnek olması maksadıyla başarı sırlarınızı paylaşır mısınız? Onlara neler öneriyorsunuz?
İmkânları kullanmak ve bir yerlere gelebilmek için çabalamak önemli. Ben, ufak bir memur çocuğunun sanatı sevdiği zaman nerelere gelebileceğine bir örneğim. Akademide okurken bir yandan çalıştım. Daha sonra hocalık, sanatçılık, müzecilik yaptım bir yandan da kültür etkinlikleri yürüttüm, hepsinin de altından kalktım ve bu noktaya geldim. Ayrıca Akademili olmam ve hocalarımdan dolayı kendimi şanslı görüyorum. Sıradan bir sözcük gibi oluyor; ama başarının temelinde çalışmak yatıyor. Yaptığınız işe çılgın gibi, tutkuyla kendini yok edercesine bir aşkla bağlanmak gerekiyor. Ben öğrencilerime şunu söylüyorum. “Sanat, nankör bir sevgili değildir. Siz ona kendinizi, uykunuzu, tatilinizi, güzel anılarınızı verin. O da size ne istiyorsanız onu versin.”
■ Sanat kenti yapmak istediğiniz Bodrum’la ilgili bir projeniz olduğunu biliyoruz. Neden Bodrum?
Bodrum dünyada bir marka. Ayrıca havasıyla ve doğasıyla da sanatçılar için eser verebilecekleri olağanüstü bir kent. Kent, yazın 1,5-2 milyon kişiye ulaşıyor; yazın ise 140 bin kişilik bir nüfusa sahip ve buraya ciddi yatırımlar yapılıyor. Bu yatırımlar ve yapılanmalar daha geniş kitleleri kucaklamalı. Bu bağlamda burada bir müze projemiz var. Bodrum Ortakent’te yapacağımız bu müze projesi benim için çok önemli. Bu proje aslında doğrudan doğruya benim fikrim değil. Bodrum Belediye Başkanı Mehmet Kocadon ve iş adamı Yüksel Çağlar’ın fikriydi. Kendileri Bodrum’un kimliğinin oluşturulmasında ve kaderinde önemli isimler. Beni Bodrum’a getiren bu hareket, orayı sanat kenti yapma çabalarına bir ivme getirecek. Böyle bir çabanın parçası olmaktan dolayı çok mutluyum. Kendi yerimde, adıma çağdaş bir müze olmasını ve orada çok özel resimleri sergilemeyi çok istiyorum.
DEVRİM ERBİL ESERLERİNE YER VEREN BAZI MÜZELER:
İstanbul Modern Sanat Müzesi, Anadolu
Üniversitesi Müzesi (Eskişehir),
Trakya Üniversitesi Müzesi (Edirne),
Ben and Abby Grey Foundation (Minnesota,
ABD), Museum of Contemporary
Art (Üsküp), Benja Luka Umneticka
Galeriya (Bosna Hersek), Alexandria
Museum of Fine Arts (Mısır), Museum
of Contemporary Arts (Bükreş), National
Museum of History (Tayvan), Palacio
National de Ajuda (Lizbon), Georgian
National Museum (Tiflis), Tirana
National Museum (Tiran).
Yorum Ekle