Toplumsal, politik ve kültürel hayatın değişimlerini en hızlı şekilde ortaya koyan sinema, sosyolojinin incelenmesine her zaman olanak tanımıştır. Şehir, sinemanın varoluşundan bu yana beyazperde için her zaman birinci sırada konu edilmiştir. Bu öğeler ilk Lumiére Kardeşler’in görüntülerinde karşımıza çıkıyor. Baudrillard’ın belirttiği gibi içinde olduğumuz çağ, kamera gözünden yansımaktadır. Özellikle son dönem sinemada bunu fazlasıyla gözlemleyebiliyoruz. İletişimsizlik, yüksek binaların içinde kaybolan, birçok şeye yabancılaşan ve gitgide yalnızlaşan insanın yaşadıkları, yani şehrin olumsuzlukları olarak karşımıza çıkıyor.
Bütünde bunu en güzel yansıtan sinema sanatı adeta bizi bize izlettiriyor. Göç, toplumsal kırılmalar ve bu kavramların beraberinde getirdiği zorluklar, İstanbul’un kent olma sürecindeki en büyük sancıları olmuştur. Şehirlerin metropol olurken önüne geçilemeyen hızları, kültürel yapıyı da olumsuz etkilemektedir. Uzun metrajlı filmlerde özellikle Derviş Zaim, Zeki Demirkubuz, Nuri Bilge Ceylan ve Fatih Akın gibi yönetmenler şehrin öteki, farklı yüzünü sinemaya aktaran isimlerdir. İstanbul, olanca kargaşasıyla ve modern yapısıyla yabancılaşan bireyi sinemada da misafir etmektedir.
Nuri Bilge Ceylan’ın Uzak’ında, Derviş Zaim’in Tabutta Rövaşata’sında ve daha birçok sinema filminde kent insanının bunalımı, bloklar arasında kalan bireylerin yalnızlığı gözler önüne seriliyor. Kültürel yapının yozlaşması ise kadının şehirde yaşadığı zorlukları karşımıza çıkarıyor. Toplumsal değişim sürecinin temelinde görsel hafızamıza en büyük katkıyı elbette sinema yapmıştır. Geleneksel toplum yapısında çoğunlukla ev içi alanda bırakılan kadın, erkeğin gerisinde kalmaktadır. Anne, eş, ev kadını gibi cinsiyet rollerinin dışına taşırılmayan kadın, her değişimden nasibini almaktadır. Ekonomik, kültürel, siyasal ve teknolojik alanlarda yaşanan her değişim ve ilerleme kadının rol ve statülerinde ilerleme gibi görünen yükleri katlayarak artırmıştır. Tam da bu noktada Ziya Demirel Salı isimli kısa filmi ile bu değişimin örneğini çok kısa bir zaman önce sinema izleyicisiyle buluşturdu.
Fransa’nın Cannes kentinde düzenlenen Cannes Film Festivali, bu yıl 27 yıl aradan sonra ilk defa kadın bir yönetmenin filmiyle perdelerini açtı. Bu yıl 68’incisi düzenlenen festival, başrolünü Fransız oyuncu Catherine Deneuve’un oynadığı Emmanuelle Bercot’nun La Tete Haute filminin gösterimiyle açıldı.
Cannes 1987’de, tarihinde ilk kez, kadın yönetmen Diane Kurys’un Man in Love filmiyle açılmış ve o tarihten itibaren festivalin açılış film seçkisinde kadın yönetmenlerin filmlerine yer verilmemişti.
İKİ TÜRK YÖNETMEN CANNES’DA!
Altın Palmiye için ana temada 19 filmin yarışacağı Cannes da bu yıl iki Türk yönetmen yer aldı. Ziya Demirel kısa metraj dalında Salı ile Deniz Gamze Ergüven ise Yönetmenlerin 15 Günü adlı paralel seçkide, Fransız yapımı Mustang isimli filmiyle festivalde idi. Türkiye – Fransa ortak yapımı Salı, Cannes Kısa Film Festivali’nin 4 bin 550 film başvurusu arasından seçilen dokuz kısa filmden birisiydi. Tiyatro rejisörü olan dedesi Ziya Demirel’in izinden giden 1988 doğumlu torun Ziya Demirel, dördüncü kısa filmi olan Salı ile İstanbul’u başrole aldı. Ziya Demirel’in edebiyat, tiyatro ve sinemaya olan sevdası çocukluk günlerine dayanıyor.
Ziya Demirel, lise yıllarındaki tiyatro sevdasının yanı sıra, anne babasının edebiyata yönlendirdiği bir sinemacı. Galatasaray Üniversitesi’nde Endüstri Mühendisliği okuyan Demirel, “sonrasında sinema yapacağım” diyerek mühendislik eğitiminin üstüne Prag Film Okulu’nda yönetmenlik ve senaryo yazarlığı eğitimi alıyor. Salı filmi Demirel’in ilk kısa filmi değil. Daha önce üç kısa filmi ve çeşitli ödülleri var.
Çehov’dan etkilenerek çektiği kısa filmi Evico halen daha akıllarda. Zihninin bir yerinde sürekli onu meşgul eden şehir ve kadın teması, arkadaşı Buket Coşkuner’in paylaştığı anısı üzerine, iyice canlanmaya başlayınca ortaya Salı filmi çıkıyor. Salı filminde ise kadının şehirde yaşadığı zorluklar belki de modernleşme ile birlikte değişen koşullar, sert bir şekilde konu ediliyor. Sinema izleyicisinin bakışlarını, genç bir kadın aracılığıyla şehirle olan irtibatın ne kadar çetrefilli olduğuna, böyle bir yaşantının yıpratıcı tarafına, daha da önemlisi yokmuş gibi görünen erkek iktidarına dikkatleri çekiyor. Bu sayede Türk sinemasında toplumsal değişme ile birlikte toplumsal cinsiyet rollerinin de yakından gözlemlendiğini; kentli, eğitimli, genç ve modern kesimde nasıl meydana geldiğini izliyoruz. Böylelikle toplumda kadının nasıl konumlandığına da şahitlik etmiş oluyoruz.
2015 yılında Cannes Kısa Film Festivali birincisi Waves’98 (Ely Dagher) olsa da Ziya Demirel’in Salı filmi, kısa film denilince ilk akıllara gelecekler arasında şimdiden yerini almış durumda.
Yorum Ekle