Çeyrek asırdır Anadolu’nun dört bir yanında göllere, obruklara, tatlı su kaynaklarına ve gizemli mağaralara dalışlar yapan su altı fotoğrafçısı Ali Ethem Keskin’e keşfettiği zenginlikleri sorduk.
Röportaj: MELİH USLU Fotoğraflar: ALİ ETHEM KESKİN
Sizi biraz tanıyabilir miyiz? Dalış tutkunuz nasıl başladı?
1957 yılında Bursa’da doğdum. Su altına karşı duyduğum ilgi yedi yaşımdayken Kaptan Cousteau’nun Sessiz Dünya filmini izlememle başladı. Bunu fotoğraf tutkusu takip etti. 1990 yılında su altı fotoğrafçılığına ve dolayısıyla da düzenli tüplü dalışa başladım. Kızıldeniz, Karayipler, Florida, Borneo, Avustralya, Güney Çin Denizi derken 25 yıl su gibi geçti. Geriye dönüp baktığımda üç binden fazla dalış yapmış olduğumu görüyorum. O yıllarda daha çok su altı plantasyonlarının zengin olduğu açık deniz ve okyanuslara dalmayı seviyordum. Son yıllarda daha çok iç denizlere, göllere ve su kaynaklara yöneldim. Belgesel nitelikli programlar hazırlıyor, seyahat ve coğrafya dergilerine konular hazırlıyorum. Su altında araştırmalar yapan çeşitli dernek ve kuruluşlarla çalışıyorum.
Son yıllarda sizi daha çok Anadolu’da yaptığınız dalışlarla tanıyoruz. Neden Türkiye’ye yöneldiniz?
Anadolu’nun su altı rezervlerine duyduğum ilgi, 2000 yılı sonbaharında arttı. Bunun nedeni, Türkiye’nin su altı zenginliklerine dair çeşitli ortamlarda gördüğüm fotoğraf ve görüntülerdi diyebilirim. Örneğin, Konya’ya bağlı Hadim ilçesindeki Yerköprü Şelalesi’nde çekilmiş fotoğraflarda gördüğüm suyun mavi-yeşil tonları ve ipeksi görünümü beni çok etkiledi. Kim bilir yaşadığımız coğrafyada ne kadar etkileyici yerler vardır diye düşünerek Türkiye’nin su altını keşfetmeye karar verdim. 2001-2015 yılları arasında Türkiye denizlerinde, göllerinde, obruklarda, mağaralarda, yer altı oluşumlarında, keşfedilmemiş dehlizlerde düzenli fotoğraf ve araştırma dalışları yaptım. Hâlâ da yapmaya devam ediyorum. Tabii zamanla elimde zengin bir arşiv oluştu.
Bugüne dek dünyanın hemen tüm önemli noktalarında tüplü dalış yaptınız. Türkiye dalmak için nasıl bir ülke?
Ülkemiz dalış tutkunları ve su altı fotoğrafçıları gerçek bir cennet. Bugüne kadar hep yer üstü zenginliklerimiz konuşuldu. Ancak görmeye, keşfetmeye değer çok fazla su altı bölgemiz var. Her yıl binlerce yabancı turistin, öğrencinin Türkiye’ye dalmaya gelmesi boşuna değil. Bakın tarihin en eski gemi batığı Türkiye’de bulundu. Uluburun batığı adını verdiğimiz bu eser, Bodrum Su Altı Arkeoloji Müzesinde sergileniyor. Kaş, Bodrum, Saroz ve Ayvalık Gökçeada, son yıllarda dalışın yükselen yıldızları. Kaş’tan birçok dalış okulu bulunuyor. Birkaç günlük eğitimle basit dalışlara başlayabiliyorsunuz. Saroz’da ise su altı bakir ve görüş mesafesi fazla. Gökçeada’da Türkiye’nin ilk su altı millî parkı mevcut. Bu listeye bir de Datça’yı eklemek isterim. Datça Yarımadası’nda kıyılar kayalara yapışık amforalarla dolu. Özellikle Apostol Feneri çevresi dalgıçlar tarafından çok beğeniliyor. Datça’da genelde iki tür dalış yapılıyor: Bölgedeki dalış kulüpleriyle günübirlik ya da mavi yolculukla haftalık şekilde. Tavsiye ederim.
Yerköprü Şelalesi’ni örnek verdiniz. Sizi başka neleri etkiledi? Biraz detay verebilir misiniz?
Hadim ilçesine 23 kilometre uzaklıktaki Yerköprü Şelalesi, yeryüzünde eşi benzeri olmayan bir jeolojik yapıya sahip. Tarih boyunca bölgeye hayat pompalayan Göksu Nehri, Yerköprü’de bir mağaranın içine girip yerin altında gözden kayboluyor. Diğer taraftan ikinci bir akarsu olarak Karasu Çayı yeryüzüne çıkıyor ve Göksu’nun yaklaşık 25 metre üzerinden akarak adeta iki katlı bir otoban oluşturuyor. Karasu, yüzeyde yaklaşık 500 metre yol kat ettikten sonra Yerköprü Şelalesi’ni oluşturarak bu kez Göksu’nun üzerine dökülüyor. Bununla da bitmiyor. Karasu Çayı’nın kireçli suyu, tıpkı Pamukkale travertenleri gibi çevresindeki kayalıkların üstünü beyaz bir dokuyla kaplayarak eşsiz bir panorama ortaya çıkarıyor.
Yerköprü Şelalesi’nde nereye daldınız tam olarak?
Hem su kaynaklarına hem de şelalenin arkasındaki mağaralara… Bir zamanlar okuduğum çizgi romanlarda şelalelerin arkasında mağaralar olurdu. Çocukluğumuzun roman kahramanları bu mağaralara saklanırlardı. İşte Yerköprü’de bu gerçek oldu benim için. Şelalenin arka tarafına geçtiğimde çok heyecanlandım. Yükseklerden güçlü titreşimlerle dökülen suların güçlü sesi, sanki dev bir konserindeymişim gibi içime işliyordu. Mağara içinde bir noktada Göksu Nehri 50 metrelik bir pasaj boyunca yerin altına batıyor.
İşte bu pasajı geçen ilk ekip arasında yer aldım.
Gerek TV programlarında gerekse seminerlerinizde Anadolu’da keşfettiğiniz su altı zenginliklerini anlatıyorsunuz. Tanıklık ettiğiniz güzelliklerden biraz bahsedebilir misiniz?
Elbette. Size Eğirdir Gölü’nün yüzer adalarından bahsetmek istiyorum. Çünkü Türkiye’nin dördüncü büyük gölü olan Eğirdir’de eşsiz bir doğa olayına tanıklık ettim. Gölün tabanında yetişen tatlı “su şamdanı” adı verilen bitkilerin yaprakları koparak su yüzeyinde birikmiş. Rüzgârın etkisiyle tohum ve toprak parçalarıyla birleşen bu yapraklar, zaman içinde derinliği birkaç metreyi bulan yüzer adacıklar oluşturmuş. Buraya dalan Türkiye’deki ilk dalgıç olabilirim. Her şey çok ilginçti. Sanki bir mağaraya dalıyormuş gibi hissettim. Önce yüzer adaların dibine kadar indim. Göğe doğru baktığımda gölün göz alıcı detayları belirginleşiyordu. Mavinin bin bir tonuna, nilüferlerin yeşil titreşimleri eşlik ediyordu. Daha önce bu kadar etkileyici bir dalış yapmamıştım diyebilirim. Eğirdir dışında Kaçkar Dağlarında buz altı dalışı serüvenim var unutamadığım… Yılın büyük bölümü buzla kaplı olan Büyük Deniz Gölü, 3 bin 400 metre yüksekliktedir. Yaza doğru, gölün buzu tam erimeden buraya dalmaya karar vermiştik. Vakit gelince Doğu Karadeniz’e doğru uzandık. Dağ gölünü örten yaklaşık dört metre kalınlıktaki buz tabakasını görünce açıkçası endişe ettik. Cesaretimizi toplayıp dalışa başladık. Buzun altına inerken “acaba ne zaman üşümeye başlarım?”, “regülatörlerimiz donar mı?” gibi sorular vardı aklımda. Ancak derine indikçe muhteşem ışık huzmelerine ve harika su altı formlarına şahit oldum. Hayatımda yaşadığım en ilginç tecrübelerden biriydi.
Peki, Anadolu’da daldığınız yerler arasında sizi en etkileyen yer hangisiydi?
Aslında tek bir yerin adını veremem. Çünkü dalış için Türkiye’de çok sayıda ideal yer var. Ama iki örnek vereyim. Örneğin, Muğla Akyaka’daki Azmak Çayı’nı özel bir yere koymam gerek. Buranın özelliği, birbirine yakın yüzlerce metre boyunca sıralanmış birçok su kaynağının oluşturduğu bir akarsu olması. Bu yüzden bu akarsu çok berrak. Dipteki su altı bitkileri ise hızlı akıntı nedeniyle vals yapar gibi dans ediyor. Akıntının dipte oyduğu kovuklar su altında şaşırtıcı manzaraları ortaya çıkarıyor. Bir diğer favori adresim ise Isparta’nın Çandır köyü yakınlarındaki Yazılı Kanyon’daki akarsu. Burada suya ilk girdiğimde soğuktan nefesim kesildi. Akan suya biraz dikkatli baktığımda gözlerime inanamadım. Işığın su altında kırılıp renklere ayrıldığını gördüm. Bu bir su altı gökkuşağıydı. Heyecandan birkaç saniye kıpırdayamadım. O anın fotoğraflarını çekmek olağanüstü bir deneyimdi.
Yorum Ekle