Haldun Taner, özellikle çağdaş Türk tiyatro ve hikâyesinin 1950’den sonraki gelişme evresinde varlığını duyuran bir yazardır. Türk tiyatro ve hikâyesinde sevecen bir yazar olarak tanınır fakat aynı zamanda keskin bir mizah anlayışına sahiptir. Arkasında büyük bir zekânın olduğunu hissettiren bu mizah anlayışında kabalığın, hakaretin, aşağılamanın yeri yoktur. İstanbul Türkçesini büyük bir başarıyla kullanan yazarın hicivlerinde bile İstanbul beyefendisi tavrı ve inceliği vardır. Emre Kongar’ın da belirttiği gibi Haldun Taner; ulusal ile evrenselin kesiştiği noktaları yakalamış, bunları hem toplumsal hem de sınıfsal açıdan irdelemiş, ince zekâsıyla yaptığı çözümlemeleri enfes bir mizah anlayışı içinde topluma aktarmıştır.
Haldun Taner, hikâye ve tiyatro eserlerinde iki farklı yazar gibi görünmez. Aksine iki türü de barış içinde yürütmeyi bilir. Hatta bu iki tür Haldun Taner’de çoğu zaman birbirini tamamlar niteliktedir. Eserlerinde bakışlarını ayrıntıya çevirmiş, zihnini bu ayrıntılara, onlarda bulunan gizli küçük mesajlara yoğunlaştırmıştır. O, çevreyi, eşyayı, gerçeği, insanı ve olayları yeni bir okuma biçimiyle yorumlayan bir yazardır. Bunda, elbette aldığı Batı kültürünün büyük etkisi ve katkısı vardır. O, Batılı eğitimi sayesinde objektif bakabilmeyi, olaylara bir sanatçı inceliği ve duyarlığıyla yaklaşabilmeyi öğrenmiştir. Hiçbir konuda peşin hükümlü değildir. Liseyi Türkiye’nin Batı’ya açılan penceresi olarak nitelendirilen Galatasaray Lisesinde okuması, ardından uzun sayılabilecek bir süre Almanya’da eğitim görmesi, yurda döndükten sonra İstanbul Üniversitesinde Alman Filolojisi okuması; onun Batıyla ve Batı kültür ve edebiyatıyla temasını hiç kesmediğini gösterir.
Hikâyeleri ve tiyatroları birçok dile çevrilen yazar, aslında bir kent hikâyecisidir. Hikâye ve tiyatrolarında kent insanını anlatırken dili büyük bir ustalıkla kullanır. Onun dilinde ve anlatımında bir zorlama ya da yapaylığa yer yoktur. Olaylar kendiliğinden gelişirmiş gibi ilerler. Çoğu zaman okurken bütün olup bitenlerin bir kurgu olduğunu unutur okur. Son derece zekice buluşları vardır ve okuyucuyu bu buluşlarla yakalar. Hikâye ve oyunlarında eleştirinin dozunu iyi ayarlayan bir yazar olan Haldun Taner için denilebilir ki en temel ölçüt insancıl olmaktır. Eleştiride asla bir kahramanını ya da anlatı tipini küçük düşürmeyi amaçlamamıştır. Onları kendi hayatları ve şartları içinde kabul eden bir eleştiriden bahsediyorum.
Haldun Taner’in hikâye ve tiyatro metinlerindeki tipler, gerçekçi tiplerdir. O, tiplerini yaratırken gözleme ve yaşanmışlığa çok önem verir. Bu yüzden eserlerindeki tipler hayatın içinden alınmış tiplerdir. Yaşarken onlardan biriyle her an karşılaşabileceğimizi hissederiz. Hatta bazıları bize çok tanıdık gelir. Biz bu insan tiplerini konuşmaları ve davranışlarıyla birbirinden ayırabiliriz. O, insanlık durumu üzerine yoğunlaşmış bir yazardır. Dolayısıyla hikâye ve tiyatrolarında geri planda daima bir düşünürün sesi de duyulur.
Haldun Taner, yaşadığı zaman dilimine bağlı olarak Türk toplumunun Cumhuriyet ile birlikte yaşadığı değişime şahitlik etmiştir. Kendisi de değişimi savunmuştur. Ancak bu değişimin köksüz, plansız ve dengesiz olmasına karşıdır. Dönemin başka bazı yazarlarında da görüldüğü gibi o da bireyin yabancılaşmasına, yalnızlaşmasına odaklanmıştır. Bireyin yabancılaşmasını ve yalnızlığını işlediği oyunlarda olaya çok az verir. Bireyi merkeze aldığı oyunlarında kalıplaşmış tipler ya yoktur, ya da tiplerin iç dünyalarına indiği, onların kendilerine has ince detaylarını işlediği görülür. Kabarelerinde ise biraz da türün gereği olarak abartılmış hatta karikatürize edilmiş tiplere yer verir.
Öte yandan Türkiye’de yaşanan toplumsal değişimin farklı boyutlarını da ihmal etmez yazar. Kültürel değişim aynı zamanda kentin demografik yapısının, mimarisinin, planının da değişmesi anlamına gelmektedir. Köyden kente göç de değişimin göstergelerinden biridir. Gecekondu kavramı da böyle bir sürecin sonucudur. Gecekondular, kentlilik ve kırsallık arasında bocalayan, kentte kırsalın davranış biçimlerini ve anlayışını yaşatmaya çalışan insanlarla doludur. Onun en meşhur oyunu Keşanlı Ali Destanı, böyle bir ortamın parodisidir. Sıradan bir adamın kırsaldan gelen bir toplum tarafından nasıl efsaneleştirdiğini anlatan oyun daha sonra televizyon dizisi olarak da çekilmiştir.
71 yıllık hayatının sonunda, Keşanlı Ali Destanı, Bir Şehr-i Stanbul ki, Vatan Kurtaran Şaban, Yar Bana Bir Eğlence, Sersem Kocanın Kurnaz Karısı gibi her biri bir şaheser olan oyunlar bıraktı. Eller, Şişhaneye Yağmur Yağıyordu, Ayışığında Çalışkur, Konçinalar, Kızıl Saçlı Amazon, Sancho’nun Sabah Yürüyüşü, Gülerek Ölmek gibi hikâyeleri ise Türk hikâyesinin en güzel örnekleri arasında yerini çoktan almış görünüyor.
Yorum Ekle